Hayatla çıplak temas… hem çok güzel, hem çok acıtıcı
Çıplaklık dediğin nedir? Giysisizlik mi? Alenilik mi? Gençlik mi? Ayıp mı?.. Giysilerimizden boşanmak, çıplaklığın tek hali mi? Kumaşlara sarındığımız anda geçiyor mu çıplaklığımız? Hayat bizi tüm gerçekleriyle çevreler, toplumun gözünde tanımlar, kurallarıyla kısıtlar, normlarıyla biçimler, sistemleriyle düzenler, tenimize nüfuz etmeye çabalarken, mücadeleye çırçıplak girişmek midir zor olan, katman katman, zırh zırh giyinmek mi? Peki ya geçince çıplaklığımız; sona erer mi üşümemiz?
Kendin olmak, tenine temas eden hayata karşı ne kadar giyineceğini keşfetmekten, bu hayatın içinde kendini bulmaktan geçer. Belki bulanık bir nehirde, yakınlaşamadığın bedenlerde, yaşama pamuk ipliğiyle bağlı bir dostun varlığında, özüne erişemediğin bir rüyadan uyandığında ya da kendine çizdiğin sınırların ötesine baktığında… Çek yazar Iva Procházková, ergenliğin kaçınılmaz “çıplaklığını” ve hayatın yakıcı “soğuğunu”, Berlinli beş gencin kesişen yaşamları üzerinden anlatıyor.