SAA-1 / 053 Mahallenin En Güzel Kelimesi: Müjde
Kelimelerden kimseye bahsetmemeye başladım. Fakat kelimeler beni rahat bırakmadı. Mesela Müjde. Ondan çok kaçmaya çalıştım, ama beceremedim. Sonunda tuttum ellerinden çektim bizim çatı katına.
Muteber Hanımlar’ın mahalleye taşındıkları günü hatırlıyorum. Acı bir ağustos sıcağı vardı. İkindi ezanı okunuyordu. Pazar günüydü. Pazarları yarı ölü sayılır mahalle. Hele yazsa, çoğunluk kendinde değildir.
Muteber Hanım ve iki küçük kızı bir kaptıkaçtıyla geldiler. İki parça eşya, biraz mutfak malzemesi, piknik tüp, yatak, masa lambası, dört suni deriden bavul, küçücük sehpalar ve ansiklopedi ciltleriyle hemen iki ev yanımıza yerleşiverdiler.
Dedeme göre, iyice hastalanmıştım o aralar. Arap Hatçam Teyze, “Erdi bence bu çocuk,” diyordu.
Bana ne olduğu konusunda fikrim yoktu. Kendimi bildim bileli böyleydim, bana kalırsa.
Babaannemin arada ağladığı oluyordu. “Evladım, gerçekten görüyor musun sen kelimeleri?” diyordu.
“Evet. Siz de görüyorsunuzdur gerçi.”
“Nerede çocuğum… Biz normal insanları fark edemiyoruz artık.”
“Babaannem, beni kandırmıyorsunuz, değil mi? Mesela, tam şimdi pervazın önünden ne geçti hızlıca?”
“Kırlangıç mı?”
“Değil.”
“Kumru o zaman.”
“Benimle eğlenme işte! Müjde geçti.”
“Ne müjdesi? İyi haber mi geliyor yani?”
“Hayır. Kelime olan Müjde geçti. O kadar güzel, uzun kirpikleri var ki.”
Babaannem ah vah dese de, dizlerinin dibine oturup anlatıyordum.
“Bu Müjde eskiden insan donundaymış, biliyor musun? Allah onu çok güzel bir kadın hamurundan karmış. Koyu gözlü ve beyaz tenliymiş.”
“Yapma evladım, anlatma böyle şeyleri,” derdi babaannem.
“Ben uydurmuyorum babaanne.”
Bütün bunlar üst üste birikince, kelimelerden kimseye bahsetmemeye başladım. Fakat kelimeler beni rahat bırakmadı. Mesela Müjde. Ondan çok kaçmaya çalıştım, ama beceremedim. Sonunda tuttum ellerinden çektim bizim çatı katına.
Fakat kelimelerin de yasası var. Benimle fazla yakınlaştığı için cezalandırdılar.
Şimdi uçuyor, konuyor ama konuşamıyor benimle.
Bunu bildiğim için Muteber Hanım’ı uzaktan uzağa izledim hep. Beni fark etti etmesine de, hiç yüz vermedi. Galiba âşığı vardı. Geceleri gizli gizli birileri girip çıkıyordu evine.
Sonra bir gün Kabz ile sokakta karşılaştım. Arkasından koşarak Tarh ve Tahakkuk geliyordu.
Milli Kütüphane’de yangın çıkmış. Her biri İzmir’in köşelerine dağılmışlar.
Doğruca eve gittim. Odama dar attım kendimi. Örttüm üzerime battaniyeleri. Buz içinde terliyorum.
Müjde geldi o anda yanıma.
Baktım yine insan gibi olmuş.
“Senin,” dedi, “ bu Muteber’de gözün mü var?”
“Yok, nerden çıkarıyorsun?” dedim.
“Ne bileyim, evlerinin etrafında gördüm seni de. Seviyor musun o kelimeyi acaba?”
“Yani güzel tabii, ama o kadar. Gerisi yok benim için. Zaten eve girenin çıkanın hesabı yok.”
“Ha, yani aşığı olmasa belki diyeceksin, öyle mi?”
“Hayır, demeyeceğim. Merak ettim sadece.”
“Madem gönlün yok onda, neden merak ediyorsun?”
“Yahu aynı mahalledeyiz işte. Herkes merak eder böyle şeyleri. Bir de benden başka kelime gören yok. İster istemez merak ediyor insan.”
Biraz yumuşamıştı galiba. Gülümsedi.
“Sen yine eski haline dönmüşsün,” dedim.
“Cezam bitti çünkü,” dedi.
Geldi uzandı yanıma. Saçları çam gibi kokuyordu. Daha doğrusu, yeni sıyrılmış reçine gibi. Uzun uzun öptü beni. Göğsüm körük gibi inip kalkmaya başladı.
Sabaha karşı uykuya yenik düştüm.
Gözlerimi açtığımda, yanımda yoktu. İçimde acı bir tat var fakat. Mutlaka fenalığa yoruyorum.
Sokağa indim.
Tam Muteber Hanımlar’ın evinin önünden geçiyordum ki, bahçe kapısı açıldı, bir hışımla iki yakama yapıştı.
“Sen ne alçak adammışsın!” dedi.
“Muteber Hanım, kendinize gelin!”
“Asıl sen kendine gel, efendi. Müjde’yi affetmişlerdi. Bir daha insana yaklaşmayacağına, âşık olmayacağına söz vermişti. Eski haline dönmesine izin vermişlerdi. Onun kanına girdin sonunda.”
Hışımla geri döndü, kapısını çarptı.
Müjde’yi günlerce aradım, bulamadım.
Son gecenin sıcaklığı nefesimde duruyor hâlâ.
—