Yeşil, yeniden başlamanın rengidir.
Hiç içinize taş gibi, ağır bir su gibi bir sevgi oturdu mu?
Oturmamışsa Allah aşkına vazgeçin şu yazımı okumaktan.
Sait Faik Abasıyanık, “Son Kuşlar”
Eski bir kitapta okumuştum, “Birbirlerini ancak insanlar kurtarabilirler,” diyordu. “Bu yüzden Tanrı insan kılığına girmekte…”
Öyle sanıyorum ki, artık pek çoğumuz haritalara bakamaz hale geldik. Kentlerimizin adları buram buram yanık kokuyor. Ama yine de iyi şeylerden söz etmeye çalışacağım bugün. Şunu biliyorum ki, içinde yaşadığı dünyanın durumunu göremeyen bir yazarın o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi olamaz. Üstelik bizim gibiler için kötüyü anlatmak, acıya dair hikâyeler kaleme almak bunca kolayken ve yürekte bunca yaşanmışlık birikmişken…
Oysa tam da bugünlerde iyi şeylerden söz edebilmek, biz Anadolulu yazarların ulusal erdemi olacaktır muhakkak. Çünkü iyi sözlerin, kimsenin tahmin edemeyeceğinden çok daha fazla bir başkaldırışı vardır. Bizler bunu fark edeli beri, umudumuzu yitirmemeyi de öğrendik. İnsan, insanda bütün bir âlemin mutsuzluğunu, acısını, çaresizliğini görebiliyor kimi zaman. Fakat o insandan vazgeçmediği sürece, o insanın aldığı bir dem soluğa inandığı sürece, dünya da soluk alıp vermeye devam ediyor. Bu yüzden birçok kalemdaşım adına açıkyüreklilikle söylüyorum ki bizler, iyi sözlerin gücüne inanıyoruz, berdevam. Günün birinde, tıpkı Turgut (Uyar) Ağabeyimizin dediği gibi, farklı zamanlarda ancak benzer hislerle şu dizeleri mırıldanacağız torunlarımıza; “Evet, kimsesizdik ama umudumuz vardı. Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk. Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza. Aldatıldığımız önemli değildi yoksa, herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak… Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz? Ne iyiydik, ne kötüydük. Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa, başta ve sonra ayrı olduğumuzdandı.”
Birkaç gün sonra, beraberce bir mevsimi daha devirmiş olacağız bu âlemde. İlkbahar kapıda. Çingeneler der ki, yeşil yeniden başlamanın rengiymiş bütün bir yeryüzünde. Bunu hatırlayınca peşi sıra aklıma şu cümle geliveriyor: “Bütün bir yeryüzünün hâlâ her parçasıyla aynı adı taşıyor olması, en az baharın kendisi kadar umut verici değil mi sizce de?”
Anlatılanlara göre bundan yıllar yıllar önce Nazilerin yakıp yıktığı kasabalarının külleri arasında bile baharın gelişini mutlulukla kutlamayı bilmiş Çingeneler. Bu olayı görüp yaşamış olanlar der ki, o korkunç günlerde bile ortak bir hüzün için şükran duymuşlar evrene. Hem onların kitabında bahar demek, barışmak demekmiş yeryüzüyle. Belki de Ahmet Hâşim’e o dizeleri yazdıran da budur, kim bilir. “Çingene, insanın tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir,” demiş şair. “Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, insan şekline girmiş birtakım neşeli yeşil ağaçlardır. Çingene, bizzat bahardır.”
Geçmişte yaşanan onca acıya rağmen yine de yaşamı bu denli sevinçle kucaklamayı bilen Çingeneler, şüphesiz her bahar gelişinde düşer aklıma. Onlara dair birkaç kelam etmeden geçip gidemem baharların içinden. Bir vakitler, Yugoslav Çingeneleri’nden şöyle bir şey öğrenmiştim; baharı sevmek demek, yaşamı sevmek demekmiş. Ve yaşamı sevmek demek, insanı sevmek demekmiş.
Biliyorum, hayatın kısalığı bizleri kötü yapıyor. Ama başta da söylediğim gibi, birbirlerini ancak insanlar kurtarabilirler. Ol sebepten bu bahar, yepyeni gözler armağan edelim kendimize. Birbirimizi daha başka gözlerle görebilmek ve nefret yerine büyük, daha büyük sevgiler büyütebilmek için. Biliyorsunuz artık; yeşil yeniden başlamanın rengiymiş bütün bir yeryüzünde.
Ve bütün bir yeryüzünün hâlâ her parçasıyla aynı adı taşıyor olması, en az baharın kendisi kadar umut verici değil mi sizce de?