Ödül mevsimi bitmez…
Birkaç yıl önce, bilumum ödüllerle, özellikle sinema ödülleriyle meşgul olması uygun görülmüş bir gazeteci olarak, ödül mevsimini tedirginlik içinde beklemeye başlardım. Yolda çevirip fikir soruyorlardı, her şeyin önüne geçiyordu, tahminlerden insana fenalık geliyordu, alınan ödüller de genellikle kısa bir süre sonra unutuluyordu. Film afişleri hariç, tabii.
Ama hiç değilse mevsim diye bir şey vardı ve o bitince bir soluk alıyordun. Gerçi çalıştığım gazeteler, festivallerle de ilgilendiği için Cannes, Venedik, Berlin, Sundance, vs. önemli festivaller gene da küçük çaplı heyecanlar yaratıyordu ama Oscar ve Altın Küre kadar değil. Emmy kadar da değil. Şimdi TV ödülü Emmy durduk yerde nereden aklıma geldi diyeceksiniz. Oscar Ödülleri verildikten iki gün sonra, saygın bir yabancı gazetenin internet sitesinde şu başlığı gördüm: “Emmy Adayları”. Kendileri de bir tuhaflık olduğunun farkındalar herhalde, çünkü “Şunun şurasında birkaç ay kaldı,” diye mazeret belirtmişler. Eh, geçen yılki ödül töreni sonbaharda düzenlenmişti.
Oscar’lara gelince, 88. Akademi Ödül Töreni, başarısız törenler arasında kendine parlak bir yer edinerek yapıldı. Neyse ki, Leonardo DiCaprio’nun herkese dert olan ödülsüzlük meselesi halloldu da, dünya halkları olarak rahat bir nefes aldık. Aktör, altıncı aday gösterilişinde, belki rol arkadaşı ayının da katkısıyla, nihayet bir Akademi Ödülü sahibi oldu. DiCaprio’yu severim, gençlik filmlerinden beri hep iyi bir oyuncu olduğunu düşünmüşümdür. Gerçi This Boy’s Life ile What’s Eating Gilbert Grape’e gençlik filmi de denmez. Büyük ustalarla çalıştı, Martin Scorcese’nin kanatları altına girdi. Sonunda The Revenant / Diriliş ile beklediği ödülü aldı. Çok sakindi, efendiydi. İklim değişiminden de söz eden kabul konuşması da anlamlıydı. Artık aynı nedenlerle (sarışın ve güzel olmak) Oscar’dan uzak kalmış Brad Pitt’in sırası gelir mi diye bekliyoruz. Pitt, yapımcı olarak da sinemaya hizmet etmiştir. Onun adaylık sayısı da 5.
İnsanlar DiCaprio heyecanına kapılmış sürüklenirken, Ennio Morricone’nin de altıncı kez aday olduğu unutulmuş. Yaklaşık iki yüz filme müzik yapan İtalyan usta, ödülünü almak için sahneye çıkınca ona bu şansı tanıdığı için Hateful Eight’in yönetmeni Quentin Tarantino’ya teşekkür etti. Biz de Morricone’ye teşekkür ederiz, bütün o müzikler için…
Deniz Gamze Ergüven’in burada Oscar’a yeterince layık bulunmayan filmi Mustang ise, Fransa adına son noktaya kadar gelmişti. Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde aday ve Son of Saul’un ardından ikinci favoriydi. Ancak, görenler eminim aynı fikirde olacaktır, Macar yönetmen László Nemes bu ilk filminde, kamera karşısına ilk kez geçen şair aktörü Géza Röhrig gibi çok başarılıydı. Son of Saul belki de yılın en iyi filmiydi.
Sharmeen Obaid-Chinoy’un bir töre cinayetinin sonuçlarını anlatan filmi A Girl in the River: The Price of Forgiveness, Kısa Metraj Belgesel’de Oscar’ı aldı. Kısa Metraj Animasyon’da ise, favorilerden The Bear Story ödüllendirildi. Gabriel Osorio ve Pato Escala aile birliği üzerine kurulu filmin ödüllerini almaya sahneye eşleriyle geldiler. Oscar gecesinde en fazla sayıda ödül Mad Max: Fury Road’un (yani, Çılgın Max: Öfkeli Yollar!!!) oldu. Keşke bu ödüllerden iki tanesinin heykelciğinde En İyi Film ve En İyi Yönetmen yazsaymış. Neyse ki, filmin izleyicileri gibi, sinema eleştirmenleri de hakkını vermişti. SİYAD da, FİPRESCİ de George Miller’ın filmini yılın en iyi filmi seçti.
Beden olgunlaşırken bir yeniyetmenin beynine hangi duyguların hakim olduğunu anlatan Inside Out, zaten animasyonun favorisiydi. Eleştirmenlerin de… Pixar’ın filmlerinin en az üçte biri, çocukluktan çıkmak üzerinedir. Inside Out da bunların en iyilerinden biri. Gerçi, Nick Park’ı çok seven biri olarak Shaun the Sheep’in kazanması beni çok memnun ederdi ama, bu konuda azınlıkta kalacağım kesin.
Emmanuel Lubezki ise The Revenant ile arka arkaya üçüncü yıl En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar’ını aldı. 2014’te Gravity / Yerçekimi, 2015’te Birdman (ya da Cehaletin Beklenmeyen Erdemi) ve The Revenant / Diriliş (2016). Hepsinde de yönetmen Alejandro Gonzalez İñnarritu ile çalışmıştı.
Gecenin tek gerçek sürprizi, Tom McCarthy’nin “hakiki gazetecilik” filmi Spotlight’ın En İyi Film Ödülü’nü alması oldu. Birdman ile hak ettiği bir En İyi Erkek Oyuncu ödülünden yoksun kalan Michael Keaton (nedense “iyi oyuncu” sıfatı ona da pek layık görülmez) koltuğun kenarınaydı galiba, bir zafer yumruğu indirerek dosdoğru sahneye çıktı.
Oscar furyası bitti ama fazla üzülmeyin. Emmy gecesinin ertesi günü “aday adayları” muhabbeti başlar.