Bellek Evi ve Bazı Eşyaların Hikâyesi…
Bu dünyada her şeyin gizli bir anlamı var, diye düşündüm.
Her şey; insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve yıldızlar hiyerogliftir.
Onları heceleyip, ne dediklerini anlayacak kişiye ne mutlu!..
Nikos Kazancakis
“İnsanla eşyanın her buluşması bir hikâyedir,” der Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti’nde. “Ve hikâyeler zamanda hareket eder…”
Kişiye özel anlamlı bir rastlantı yoluyla toplanarak bir araya getirilen pek çok “şey”, bana kalırsa üst üste, yan yana, alt alta konumlanmış eşyalar bütünü olarak bireysel bir mitoloji yaratma gücüne işaret eder. Yaşadığı mekânın sınırları içinde eşyalar biriktiren, bir koleksiyoncu olsun ya da olmasın, ama yine de kendini biriktirdiği eşyaların sırrına vakıf kılabilen her insanın mayasında derin bir anlayış gizlidir. Bir evin ya da odanın kuşatımı altında buluşan vazolar, resimler, eprimiş fotoğraf kareleri, çay takımları, yıllanmış gazete kupürleri, defterler, elbiseler, kırık biblolar, tütsülükler ve daha birçok eşya… Hepsi bir arada, adeta bütün bir dünyanın tek bir odanın sınırları içine sığdırılabileceği hissini yaratır insanda. Her eşya kendi başına bir iç dökmedir sanki, sahibinin kişisel sırlarını fısıldayan bir ses gibi.
Okumaya meyyal bir gönül için nice anahtar kelime saklıdır o odaların içinde. Benzersiz bir gücü vardır eşyaların. Bir araya gelişleri, küçük birer “bellek evi”ni andırır. Duvarda asılı duran bir tablo, bir nevi zaman kapsülüne dönüşür o vakit. İnsanın gözü, biriktirdiği eşyalardan birine ilişti miydi, bakılan şey her ne ise, yeryüzünün ilk aynası misali bir su olup akar insanın mahcirinden* içeri. Ve gözü aynaya ilişir ilişmez kaybettiklerinden haberdar olur gönül. Bu tür bir koleksiyonculuğa inananlar için eşyaların dünyasından ayrı kalmak demek, kökü sökülüp de meydan genişletildi mi kupkuru, işe yaramaz bir dal misali kalakalmaktır hayatın orta yerinde.
O insanlardan biri de benim. Babamdan el almış, çocukluğumdan bu yana eşya biriktirmeye adamışım kendimi. Yaşadığım evleri görenler, bulundukları bu mekânların içinde neye bakacaklarını şaşırıp kalırlar. Çünkü her şeyden biraz biraz vardır orada. Benim bellek evimdir bu yerler. Her eşyanın bir hikâyesi vardır ve her hikâye benim dönüşümümün bir parçasıdır. Her eşyanın hikâyesinde ince görenlerce bir mana, bir hisse vardır. Sureti ve zahiri sırra kadem basan günlerin nasibi de nazarı da oradadır hep. Mana, maddeyi tutan kuvvettir zira. Zaman, çerçöp gibi yanar da onu anımsatacak bir eşya sapasağlam kalır surette. Ol sebepten insanla eşyanın her buluşması bir hikâyedir ve hikâyeler zamanda hareket eder.
Eşyalarından bir türlü vazgeçemeyen, her gittikleri yere beraberinde onları da götürmek isteyen, kırık bir kedi biblosunu dahi adeta dünyanın en kıymetli incisi gibi başköşede bekleten insanlara iyi bakın. O insanların ve eşyalarının ardında öyle hikâyeler ve öyle hadiseler cereyan eder ki, onları heceleyip, ne dediklerini anlayacak kişiye ne mutlu!..
* Mahcir: Osmanlıca’da “göz çukuru” anlamına gelir.