Kumkuşu

Kumkuşu

ECE İREM DİNÇ
Düş Kazanı - 23 Haziran 2016

Evet, evet… İnsan bilebileceği kadar bilmeli…
Gidebileceği kadar gitmeli…
Leyla Erbil

Sıcaklar kızıştı. Vakit, gölge yoksunu bir yaz öğlesini gösteriyor. Şehrin hırpalayıcı kalabalığından uzakta, suların yeniden yükselmeye başlayacağı o yaz sonunu bekliyorum. Az ötemde, su birikintilerinin çamurlu kıyılarında kendi kendine gezinen sürmeli bir kumkuşu. Her on saniyede, tiz bir “stittt” sesiyle dönüp dik dik yüzüme bakıyor. O an, oracıkta tanıyıvermişiz birbirimizi. Meğer o da, ben de uzun mesafe göçmenleriymişiz bir zamanlar; ne ki, kanatlarımızı yerkürenin sabit bir noktasına salıvereli çok olmuş. Göç mevsimi bitmiş, geçip giden baharla beraber yollar da yitmiş ve bütün o kuşlar, yaşamın en doğusundan havalanıp bambaşka diyarlara gitmiş. Şimdi, bu çok uzak ve çorak arazide bir ben kalmışım geride, bir de şu incecik bakışlı, sürmeli kumkuşu.

“İnsanın olmadığı biri gibi davranması, onun intiharıdır,” diye okumuştum bir kitapta. Öyleyse çamurlu suların kıyısında bir başına, mevsimini yitirmiş bir kumkuşu ne ola? Gökyüzünden yanlışlıkla yuvarlanıvermiş bir küçük çakıl tanesi gibi şaşkın, durup duruyor karşımda. Ve besbelli, o da benim için aynını geçiriyor içinden. Yollara, gitmelere, uzaklara meyyal bir kadın, günün bu saatinde ne arıyor bu ıssız, bu çamurlu kıyılarda?..

Her hareketimi, her mimiğimi dikkatle izliyor kumkuşu. Kalabalıkların kaosunu birbirimizin yüzünde seyrediyoruz sanki. Onun gözlerinde gökyüzünün amansız yasaları, benim bakışlarımda yeryüzünün uzun, upuzun, tozlu yolları… Dillerimizde ise hep aynı lâl cümle; “Dünyanın değil ama senin sorunun, sensin… Bunu bilesin…”

Sıcaklar kızıştı. Vakit gölge yoksunu bir yaz öğlesini gösteriyor şimdi. Yazları hiç sevmedim ki ben. Tuhaftır, ama kızaran güneşle beraber hikâyeler de azalıyor sanki. Bu mevsimde yavaşlıyor dünya, ağırlaşıyor adımları. Daha bir kısalıyor cümleler, sözcükler ısınıyor. Bir koltukaltı misali terliyor satır araları. Kimse kimseyi sığdıramıyor kendi küçük, mutlu yaz hikâyesine.

Bu zamanda iyi olan tek şey deniz… O yine soğuk, o yine engin, o yine geniş, o yine hikâyelerce diğerkâm… Burada, bu denli sıcağın altında bir başımıza durmuş, bütün bütün bunları düşünüyoruz işte. Kumkuşu ve ben… “Yaz sonu,” diye mırıldanıyoruz içimizden. Kendimizi yakalamak için, bu defa doğru mevsimi kaçırmamak için, hikâyelerimizde olması gereken yerde olabilmek için az kızarmış bir gökyüzüne ve serin, masalsı bir yaz sonuna ihtiyacımız var, biliyoruz.

Apansız bir yağmur başlıyor az sonra. Kovadan değil, ama ince boyunlu, zarif bir sürahiden boşalırcasına yağıyor. Göz göze geliyoruz biraz ilerideki kuşla. Bakışlarını süsleyen sürmeleri usul usul akıyor. “Nasıl da güzel çirkinleşiyor,” diye düşünüyorum. Demek böyle oluyor, demek böyle işliyor zaman. Demek mevsimini yitirmiş, yalnız ve mutsuz dünyalılar her şeye rağmen yine de olağanüstü bir güzellikle çirkinleşiyor bu tuhaf, bu anlaşılmaz, bu tılsımlı topun içinde.

Akşamüzeri biraz serinliyor toprak. Kumkuşu havalanıyor, buruk. Ben yorgun, uyuyakalıyorum. Başımın üzerinde bir ağaç, sanki hiç yokmuş gibi. Ne yapsa gölgesi vurmuyor hayata…

, , , , , ,
Share
Share