Yerini bulan çocuk
Canavar / Monster’ı yavaş yavaş okudukça kendimi kitabın kahramanı Steve’in değil, yazarı Walter’in hikâyesine kulak verirmiş gibi hissediyorum. Herhalde tam olarak benzer şeyler yaşamasalar da, aynı ortamda büyüdükleri için…
Walter Dean Myers’ın ON8’deki iki kitabını bu haftaya kadar okuyamamıştım. Esas olarak, Canavar / Monster’ı okumak istiyordum. Okudum ve hayatıma Steve Harmon girdi. O bittikten sonra daha da büyük bir merakla elime aldığım 1. Manga / Sunrise over Fallujah ise bana Serçe (Robin) ve Jonesy’yi armağan etti. Onun için de en iyisi, artık bu dünyada olmayan Walter Dean Myers’ı yazmaktır diye düşündüm. Ne de olsa, ruhu kitaplarına nüfuz etmiş. Ha bir kitabını okmuşsun, ha Myers’le tanışmışsın. Çok sevdiğim bir yazarın yazdıklarıyla ona yol gösterdiğini öğrenince de, daha fazla etkilendim. Demek dedim, Walter Dean Myers’ın bir yazar olarak yerini bulmasında James Baldwin’in de payı olmuş.
Yazarımız 1937 yılında Batı Virginia’da doğdu. “Annem öldüğünde iki yaşındaydım ve beni anlaşılmaz bir şekilde Florence ve Herbert Dean’e verdiler,” demiş. Aslında pek anlaşılmayacak bir şey yok. Babası, sekiz çocuğa birden bakamamış. Walter üç yaşına geldiğinde, onu Dean ailesine vermişler. “Afrikalı-Amerikalı olan Herbert ve Alman-Amerikan yerlisi melezi olan Florence beni Harlem’de büyüttü. Harikaydı, beni çok seviyorlardı, ben de Harlem’i sevmeye başladım. Hayata ait ilk izlenimlerimi orada edindim.”
Çocuk olarak, hayatının mahalle ve kilise merkezinde geçtiğini söylüyor. “Mahalle beni korudu, kilise bana yol gösterdi.” Akıllı bir çocuktu, ama okulda mutlu değildi. Konuşma güçlüğü çekiyordu, çocuklar da onunla alay edince yumruklarıyla cevap veriyordu. Neyse ki, kitaplar ona huzur sağladı. Annesi çok küçük yaştan beri ona okurmuş. “Kucağındaki rahatçacık tüneğimde, onun parmağını sayfada yavaş yavaş hareket ettirmesini izlerdim ve karakterleri hayal ederdim. Okumak, beni kendi dünyamın dışında dünyalar aramaya itti. Özellikle ailemin kötü günlerinde çok faydasını gördüm.”
Yalnız okumak mı? Yazmak da genç Walter’a iyi geliyordu. Lisedeki İngilizce öğretmeni onun yeteneğini keşfetmiş ve başına ne gelirse gelsin, yazmaya devam etmesini söylemişti: “Senin yapman gereken bu.” Myers ona minnettar. Sınıfta bir kitabı, yazıyı okumakta zorluk çekse de, öğretmeni ona kendi yazdığı bir şeyi, örneğin bir şiiri okumasını söyleyince, konuşma engelini aştığını fark etti. Sonra bir deneme yazıp, bir yarışmada ödüle layık bulununca, babası da ona elden düşme bir daktilo aldı. Ardı arkası gelmeyen hikâyeleri yazdığı daktilo…
Gerçi liseyi bırakmak zorunda kalıp, 17. yaş gününde askere gitti ama, ordudan ayrılınca öğretmeninin söyledikleri aklına geldi ve her gece ne olursa olsun, yazmaya başladı. Yerel tabloid gazetede bir köşe, erkek dergilerine hikâyeler… Okuduğu bir James Baldwin hikâyesi ise, ona yönünü gösteren şey oldu. Kentlerdeki kara derililerin yaşadıklarını, başlarına gelenleri yazan Baldwin’i kendine örnek aldı. Walter Dean Myers, kendi deneyimlerini yazabileceğini anladı. “Nedense hep hayatımın en fırtınalı günlerine dönerim. Vaktiyle olduğum sorunlu çocuk için ve hâlâ içimde yaşayan çocuk için kitap yazarım. Yapmam gereken bu.”
Gerçekten de öyle görünüyor. Bir yandan da nasıl ayakta kalabileceğini öğreniyordu. Üç çete üyesi ile mahalleye yeni taşınan bir çocuk arasındaki kavgayı ayırdığında, damgalanmış biri oldu. Bir seferinde ağaca çıkmış kitap okurken çete üyeleri ağacı çevirdi. Myers aşağı atladı, bir koşu kopardı. Kaçtı ama bu olayı hiç unutamadı. Hayatında büyük değişiklikler olsa bile, gücünü yazmaktan aldı. Yazmayı hiç bırakmadı. Zaten onun hikâyesi acı çeken bir ruhun, hayata küsmüş bir adamın hikâyesi değil. Yeteneğini genç okurlarıyla paylaşmaya kararlı, karmaşık ama yetenekli birinin hikâyesi. Yazdıkları, büyük şehrin sokaklarında büyüyenlerin çarpıcı bir tablosunu çizer, ama yakın ilişkileri, güveni ve kişisel gelişmeyi de vurgular. Yıldan yıla kitapları daha da popüler bir hal aldı ve okunacak olumlu kitaplar ile rol modelleri arayan Afrikalı-Amerikalı gençleri etkiledi.
Sık sık kendi çocukluğunun ekonomoik ve etnik koşullarını yansıtan kitaplar yazar. “Ama bir baba olarak, kitaplarım çocukluğuma ayna tutmuyor. Benim annemle babam epeyce yoksuldu, çocuklarım ise orta sınıfın rahatlığını yaşıyor. Afrika desenlerini özel tasarım blucinlere yakıştırıyor, reggae müzik ile pizza yiyorlar ve AVM’ler, kültürlerinin değişmez bir parçası.” Hem kendinin, hem çocuklarının dünyasına hakim olması, yazdıklarını inanılır kılıyor. Onu son dönemin en önemli çocuk ve genç yetişkin yazarlarından biri yapıyor. Aldığı ödüller de bunun kanıtı.
“Liseden terk” olduğu halde sevilen bir yazar olan Walter Dean Myers, aradığını okuyarak ve yazarak bulmuş. Zaten yazarlığın ilk adımı da okumaktır. “Eve kütüphaneden kitap getirirsem benimle alay ederlerdi,” diyor. “ Büyük bir kesekâğıdı alır, okuyacağım kitapları içine doldurup eve öyle getirirdim. Benimle alay etmelerinden korktuğum için değil, nasıl olsa ânında hadlerini bildirebilirdim. Ama kitaplardan biraz utanıyordum işte.” Özellikle gelirleri düşük olan azınlık gruplarından ana babalara hitap ederek, “Bakın,” diyor, “sadece günde yarım saat ona kitap okuyarak, çocuğunuzun hayatında bir değişiklik meydana getirebilirsiniz.”
Öyle olsa gerek. Çünkü kimseyi öldürmediği, silahı olmadığı halde arkadaşlarıyla birlikte “canavar” yaftası yiyen Steve Harmon da Canavar’da bu kurtuluş yolunu seçiyor ve mahkeme ile hapishanede olanları küçük bir deftere senaryo şeklinde yazıyor. Okuyan çocuk yazmaya başladığında, kendi geleceğine doğru büyük bir adım atmış olur.