Filmekimi geldi çattı

Filmekimi geldi çattı

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 01 Ekim 2016

Büyük film festivalleri sona erdikten sonra Nisan’daki kendi festivalimize varana kadar derin bir nefes almamızı sağlayan Filmekimi, on beşinci yılına vardı. Bu yıl da esas olarak Cannes Film Festivali’nde ödül almış filmler, ya da öne çıkıp çok beğenilmiş, tartışılmış filmlerden oluşuyor. Aralarından bazıları da ülkelerinin bu yılki Oscar adayları olmaya hak kazandı. Zaten biliyorsunuz, sinemanın yaz sezonu geride kaldıktan sonra bu Oscar lafından uzak durmak mümkün olmuyor.

Biletleri bugün satışa çıkan 15. Filmekimi Vodafone FreeZone sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. İstanbul’da 7-16 Ekim arasında on gün süreyle Beyoğlu’nda Beyoğlu ve Atlas, Nişantaşı’nda City’s Cinemaximum ve Kadıköy Rexx sinemalarında sevenlerine sunulacak. İstanbul dışında da Ekim ayı boyunca gösterimler sürüyor. Filmekimi filmleri, 7-9 Ekim’de Ankara’da, 13-16 Ekim’de İzmir’de, 21-23 Ekim’de Bursa ve Eskişehir’de gösterilecek. Filmler hakkında ayrıntılı bilgi ya da seans bilgileri için iksv.org’a bakabilirsiniz.

Gelelim filmlere… Dedik ya, programda Cannes’ın seçkin filmleri yer alıyor. Benim bir numaramda da Altın Palmiyeli I, Daniel Blake / Ben, Daniel Blake var. Altın Palmiye aldığı için değil, bir Ken(neth) Loach filmi olduğu için. Bazen kimi yönetmenlerin bir festivalin gözdesi olduğundan söz edilir. Ken Loach da bence İstanbul’un gözdesiydi. Onunla ilk söyleşimi, İngiltere dışında geçen ilk filmi olarak hatırladığım Fatherland/Anayurdu için İstanbul’a konuk olduğunda yapmıştık. İlkeleri değişmemiş bir adamdır: İngiltere işçi sınıfı ile işsizlerinin şairiydi hep. 2006’de İngilizlerin yuh’ları arasında Altın Palmiye almış filmi The Wind That Shakes the Barley / Özgürlük Rüzgârı gibi siyasi filmleri de eşsizdir.

Festival’de Büyük Ödülü ise, Kanadalı harika çocuk Xavier Dolan’ın filmi It’s Only the End of the World / Juste la Fin du Monde almıştı. Dolan’ı özellikle gençlere tanıtmaya gerek yok, günümüzün en beğenilen yönetmenlerinden biri. Beğenmemekte serbestsiniz tabii ama büyük çoğunluk beğeniyor. Oscar’lı İranlı yönetmen Asghar Farhadi ise gene ülkesi İran’dan bir dram sunuyor: Cannes’da ona En İyi Senaryo ödülü kazandıran Forushande / Satıcı. Hem bizim hem de besbelli Cannes’n sevdiği bir başka yönetmen ise, American Honey ile burada üçüncü defa Jüri Ödülü alan Andrea Arnold.

Hiç benzemediği Loach kadar çok sevdiğim Jim Jarmusch’un Paterson’unu kaçırırsam ise, çok üzüleceğim. Amerikalı yönetmeni ilk kez siyah-beyaz ilk filmlerinden Stranger than Paradise ile tanımıştık. Bu tanışıklıktan hiç pişman olmadım. Geçen yılki vampir filmi Only Lovers Left Alive / Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’ına bayıldığım yönetmen, çok beğenilen Paterson ile karşımızda. Adam Driver’ın filme adını veren karakterdeki performansı da en az film kadar övgü aldı.

Filmekimi programında Romanya sinemasından üç farklı yönetmenin filmleri de yer alıyor: 4 Luni, 3 Săptămâni și 2 Zile / 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün
(2007) ile tanıdığımız Cristian Mungiu’nun son
filmi Mezuniyet / Bacalaureat bunlardan biri. Romanya
Yeni Dalgası’nın önemli isimlerinden
Cristi Puiu’nun yönettiği Sieranevada ve Bogdan Mirica’nın ilk filmi Câini de (Dogs) diğer ikisi. Mezuniyet, Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü paylaştı. The Death Of Mr. Lazarescu / Bay Lazarescu’nun Ölümü ile adını duyuran Puiu’nun yönettiği Sieranevada ise, aynı zamanda Romanya’nın Oscar adayı. Bir yas evinde toplanmış kalabalık bir aileyi izliyoruz ve sinemanın imkânlarının tek bir mekânda bile ne kadar büyük olduğunu görüyoruz.

Cannes’de eleştirmenlerden gelmiş geçmiş en yüksek puan ortalamasını alan Toni Erdman ise, çok duygusal bir aile komedisi. Maren Ade’nin, bir babanın kızıyla yakınlaşma çabalarını anlatan filmi, çok beğenildiği festivalde eleştirmenler birliği FIPRESCI ödülünü, Brüksel Film Festivali’nde de En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazandı. Toni Erdmann, aynı zamanda Almanya’nın Oscar adayı. Sundance’in en çok tartışılan ve yönetmenleri Dan Kwan & Daniel Scheinert’e En İyi Yönetmen ödülü getiren filmi Swiss Army Man ise tek kelimeyle sıradışı.

Daha neler var, neler var daha? Terrence Mallick, örneğin. Sonra nefis korku filmleri, Park Chan-Wouk, Paul Verhoeven’ın Elle/O’su, Vinterberg’den Commune /Komün, tartışmalı The Birth of a Nation, Dardenne Biraderler, Almodóvar. Ve Beatles… Ron Howard’ın uzun isimli filmi: The Beatles: Eight Days a Week – Turne Yılları / The Beatles: Eight Days a Week – The Touring Years, Liverpoollu dört gencin ilk yıllarına odaklanıyor. Buyrun, bin günlük dünya turnelerine konuk olun!

, , , , , ,
Share
Share