Şahane mont!
Edebiyat uyarlaması tartışmalarının sonu gelmez. Bazıları, kitap okumak zorlarına gittiği için doğrudan filmi izler, memnun kalıp çıkar. Bunun tartışması da olmaz zaten. Upuzun romanlar okuyup yazarlarına edebiyat ödülü vermektense, bir şarkı sözü yazarını ödüllendirmeyi tercih edenler de oluyor sonuçta. Uyarlama konusunda ise esas mesele, sevilen bir kitabın beyazperde uyarlamasının beğenilip beğenilmemesinden çıkar.
Sevdiğim bir yönetmenin, Fatih Akın’ın son filmini işte bu yüzden merakla bekliyordum. Filmin adı “Tschick”ti, ya da Türkçesi’yle “Elveda Berlin”. Hele durun, bu “Tschick”, “Çik” olmasın sakın? Hani Wolfgang Herrndorf’un ON8’den çıkan ödüllü kitabı Yokuş Aşağı’ndaki Çik… Öyle tabii. Şimdi, film olarak bir de İngilizce başlığı var: “Why We Took the Car?”
Arabayı almasınlar da ne yapsınlar? Hiç arkadaşı olmayan, zengin çocuğu 14 yaşındaki Maik’in (Tristan Göbel) babası genç ve güzel asistanıyla “iş gezisi”ne çıkıyor, annesi de “güzellik çiftliği”ne diye alkol bağımlıları için bir kliniğe gidiyor. Andrej Tschichatschow’a (Anand Batbileg) gelince, sınıfın yeni öğrencisi, bir Rus/Alman. Çocukların hepsinden uzun, kılıksız, ilgisiz. Çocuklar ona kısaca Çik diyor. Kimseye yüz vermeyen Çik, Maik’in yeni montunu pek beğeniyor ve satın almak istiyor: “Mont şahane!” Ama Maik ondan hoşlanmıyor, satılık montu da yok.
Derken Çik, âşık olduğu kız, sınıfın en güzeli Tatjana onu doğumgünü partisine çağırmadı diye evde tek başına somurtan Maik’in kapısına hurda, mavi bir Lada ile dayanıyor. Çalmamış, ödünç almış. “Hadi gidelim,” diyor. Nereye? Örneğin, Wallachia’ya. Yani Almanca’da Kaf Dağı gibi bir şey. Aynı zamanda Eflâk demek, sözde Çik’in büyükbabası orada oturuyormuş. Sonuçta yola koyuluyorlar elbet. Bir tatil yolculuğu, yalnızlık yolculuğu, Avrupa yolculuğu. En önemlisi, çocukluktan büyüklüğe geçiş yolculuğu…
Hatırladınız mı? İyi, demek ki Yokuş Aşağı’yı okudunuz, ya da “Elveda Berlin”i izlediniz. ON8’in en sevdiğim kitaplarından biri. Akın, Herrndorf’un kitabını beş yıl önce okudu, beyazperdeye uyarlamak istedi. Ama o sıralar “Cut/Kesik”i çektiği için finansman sorunları önünü kesince kitabı da unuttu. Ancak Studiocanal, anlaştığı Alman yönetmen David Wnendt ile yollarını ayırınca, Altın Ayı’lı (Gegen die Wand / Duvara Karşı, 2004), Cannes senaryo ödüllü (Auf der Anderen Seite / Yaşamın Kıyısında, 2007) Akın’ın adı yeniden gündeme geldi. Wnendt, set tarihinin yedi hafta öncesinde işi Fatih Akın’a devretti.
Akın, çekimlerin çok yorucu olduğunu söylüyor. “Sanırım en son ‘Duvara Karşı’ filminde bu kadar yoğun çalışmıştım. Neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda düşünmeye fazla vakit bulamadık. Çekimlere ara vermeden devam ettik.” Yaptığının bir gençlik filmi mi ya da uluslararası bir film mi olduğunu bilmediğini söylüyor. Senaryoyu Lars Hubrich ve Hark Bohm ile birlikte yazmışlar.
Ne var ki, bu arada kitabı unuttuğunu da fark etmiş. “Elimden gelen çabayı gösterdim, ama bir yandan da ben bu filmi niye yapıyorum diyordum. Üç hafta sonra ise, birden kendi gençliğimi anlattığımı keşfettim. Ben de yabancıydım okuldayken, ben de dışlanmıştım. Roman da dışarda kalanların, bırakılanların hikâyesi. Birden film kişisel bir hal aldı.” Böylece, 2009 yapımı “Soul Kitchen / Aşka Ruhunu Kat”tan beri ilk neşeli filmini de çekmiş oldu. Ancak, “American Pie” cinsinden bir fars yapmamaya niyetliydi. Yapmamış da zaten.
Öte yandan, bazı karakterleri, bazı ayrıntıları film dışında tutmuş. Eh, kitap başka bir sanat yapıtı, film başka. Finalin değişmesini hesaba katmazsak, benim en fazla dikkatimi çeken, kitaptaki “gergedan”ın olmayışıydı. Ama belli ki Çik’in ayağını sakat edip onu hastaneye götüren bu iri-yarı hanımı filme dahil etme yolunda bir çaba varmış. Çünkü kapanış jeneriğindeki çizimlerde, arabanın direksiyonunda bir gergedan oturuyor. Kitabı okurken çok sevdiğimiz başına buyruk İsa’yı (çöplükte Çik ile karşılıklı küfürleşmeleri filmde de aynen duruyor) Nicole Mercedes Müller oynuyor. Dikkati çeken bir başka oyuncu ise, Maik’in annesi rolünde Anja Schneider.
Bu küçük kitapta muhteşem karakterler ve dünyalar yaratıp 48 yaşında ölen yazar Wolfgang Herrndorf ise, ne yazık ki filmi göremedi.