Kartpostal manzarasına karşı kar şiirleri

Fotoğraf: Haluk Kalafat

Kartpostal manzarasına karşı kar şiirleri

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 14 Ocak 2017

Nefis bir kartpostal manzarası yaratarak lapa lapa yağan kar, daha ilkokuldan beri içimi karışık duygularla doldurmuştur. “Ne güzel yağıyor! Ne güzel tutmuş!”tan “Zavallı kuşlar aç kalacak”a uzanan bir çeşitleme. Okul öncesinde ise (birinci sınıfa yedi yaşında gitmiştim) zavallı kuş kısmı hiç yoktu, sadece pencere önüne onlar için ekmek-buğday koyduğumuz kuşlar vardı. Kardan adam yapar, içine taş koymadan kartopları yuvarlar, çantayı kızak yapıp kayar, eve dönünce başımıza geleceklere peşinen razı olur, ama bir güzel eğlenirdik.

Zaten o kartpostal manzarası her şeyi ikinci planda bıraktı. O sıralar her kış kar mı yağardı ne? Hatta bir yıl Boğaz’ın buzlarla kaplandığını da hatırlıyorum. Anneleri izin veren çocuklar (çoğunluk) buzdan buza atlayarak, aslında düpedüz yürüyerek Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmişlerdi. Ama yaşlılar bu buz miktarını beğenmedi, ballandıra ballandıra daha önceki bir buz akınını yadettiler.

Bize gelince, ilkokulda dört mevsim tabloları yapıp, bolca pamuk harcayarak kendi kışlarımızı yaratıyorduk. Ortaokulda ise, zavallı kuşlar, üşüyen çocuklar, evine ekmek götürmeye çalışan babalar kendilerini hissettirmeye başlamıştı. Çocuklara her şeyi anlatmak gerekli, elbette. Keşke biraz daha doğru dürüst anlatılsaymış da biz de meseleyi daha önceden anlasaymışız. Ancak hepimize, kızakla geçtiğimiz (çanta da olabilir) yolların iki yanına onların evleri diziliymiş gibi bir his hakimdi. Sınıfımızda zaman zaman para ve “giymediğimiz elbiseler” toplansa da, bütün arkadaşlarımız kışın nimetlerinden memnun görünüyordu.

Bu karışıklıktan ötürü, ömür boyu kışın keyfini layıkıyla çıkaramadım. Sobanın üstünde kızartılan kestaneler de ağzımda büyüdü. Kuşlara, onları kedimize yem etmeden ekmek verme yöntemlerini de daha o zamandan geliştirmeye başladık. “Zavallı kuş” ile “canım kedim” de fena bir ikilem değildir zaten. Bir kere bile ağzımı açıp, “Ama ben onu giyiyorum,” dediğimi hatırlamıyorum. Gene de esas olan kar manzarasının üstün çıkmasıydı. Bir yazıda şöyle demişim: “…karşımda resmen bir Noel kartı manzarası var. İlkokul okuma kitaplarından bu yana yakamı bırakmayan bir vicdan azabıyla içten içe kıvransam da (pencere pervazında düşüp ölen minik kuş, evsizler, odun – kömürsüzler, vs.), elimde değil işte, keyiften bayılıyorum.” Kahramanımız, hafiften hain…

Kartpostal manzarası mevsimiyle birlikte ve öğretmenimiz Halis Bey’in bize Orta 1’de öğrettiği aruz vezninin de gazıyla, aklımıza Cenab Şahabettin’in “Elhan–ı Şita”sı gelirdi. “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş” diye kandırıcı bir sadelikle başlar, sonra insanı mahvederdi. Sırf çocuklara eziyet olsun diye okutulduğunu düşünürdüm. Bildiğimiz sözcük sayısı, bilmediğimiz sözcük sayısından azdı çünkü. “Failatün”den kurtulduklarına sevinenlerin kulakları çınlasın, üç de ayrı kalıbı vardı. Besbelli inat olsun diye ezberlemişim, hâlâ ezbere biliyorum.

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar..

Neymiş? Kar, eşini yitirmiş bir kuş gibi, geçen ilkbahar günlerini arıyormuş. Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş halinde… Bilin ki, ey ahali, bu da en kolay bölümüdür. Gene de kar lapa lapa yağarken, öğrencilik dönemimde lanet okuduğum şairle birlikte okurum şiiri. Hatta “Elhan-ı Şita”nın üçüncü kalıbıyla Yahya Kemal’in bile hatırını sorarım. “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” Kemal’in dizelerinde sorun yok, her şey anlaşılıyor. Ancak, Cenap Şahabettin’in hayli iyiliğini de gördük. Geçen yıl her derse gidecek vaktim olmadığı için geride kaldığım Osmanlıca kursumuzda, Yücel Demirel hocamız benim Osmanlıca kelimelere nispeten hakim olmam, hatta (Allah muhafaza), “Elhan-ı Şita”yı ezbere bilmemin yüzü suyu hürmetine (eh, biraz da alaturkaya bulaşmışlığımız var), bana epeyce kolaylık göstermiştir. Kar deyip de geçme, ey yolcu. Bak, iş nerelere varıyor!

Peki, minicik kuş ne olacak? Hani şair ona, “Bana bak hişt, sakın kaçıp gitme,” diye seslenir. Kederli duruşu kalbine dokunmuştur. “Gel, yakın gel, seninle dertleşelim,” der. Aman aman, sevin de kimseye söyleme. Ama bu şiir konusundaki itirazımızın sebebi, Recaizade Ekrem Bey’in boyuna kaybettiği oğlunu anlatmasından biraz bezmiş olmamızdı. Çocukluk işte. Üstelik yanlış hatırlamıyorsam şiirde kar da yoktur, ama nerden geldiği bilinmeyen bu kederli küçük kuş, aklıma kar kurbanlarını getirmiş demek. Eh, bunca ağır edebiyattan sonra, sevimli Noel ve yeni yıl şarkıları ile Adamo’nun “Her yerde kar var”ını bağrımıza basmamıza şaşmamak gerek. “Gözler yalnız özler / Karda senden izler.”

Lisede ise, hayatımın kar şiirini bulmuştum: Robert Frost’tan “Karlı bir Akşam Ormana Uğramak” / Stopping by Woods on a Snowy Evening.

“Kimin bu orman, biliyorum sanki
Ama köydeydi onun evi.
Göremez burda durup da
Ormanının karla doluşunu izlediğimi.”

Yolcunun küçük atı, bu molaya şaşırır, yolunda gitmeyen bir şey mi var, dercesine çanlarını çalar. Öyle ya, ormanla donmuş gölün tam ortasındadırlar, yakınlarda çiftlik evi de yoktur.

Peki, bunu gönül ferahlığıyla okudum mu? Ne gezer! Ne bulsalar okuyan çocuklar böyle oluyor. Küçük atını şaşırtan yolcunun, belki de sırf bu yüzden ileride yolun ikiye ayrıldığını görmesini ve hangisine sapması gerektiğini bir türlü bilememesini beklerdim. Hani bu da kitaplar ve filmlerden alıştığımız bir heyecandır ya. Dörtyol ağızları da başka bir dert.

Üstelik şairimiz şiirini, yıllarca onu örnek almaya çalışıp vicdan azabı çekeceğimiz dizelerle bitirir:

“Orman ne güzel, karanlık ve derin.
Oysa verilmiş sözlerim var benim.
Ve uyumadan gidecek millerce yolum.
Ve uyumadan gidecek millerce yolum.”

Hayat boyu ne zaman işi mişi, gidecek millerce yolu boş verip o güzel ormanın derinliklerinde, karanlıkta kalmak istesek Robert Frost sopasıyla kafamıza vurmuştur. “Oysa verilmiş sözlerim var benim.” Bu arada, çevirinin de kusuruna bakmayın. Biraz paldır küldür oldu sanki.

Yedi yaş mı demiştim? Demek yetmiş yıla yakın bir zaman diliminden söz ediyorum. Vicdan azabı ortaokul sıralarında başlamış. Ama bu azaba rağmen kardan çok zevk almışız. Şimdi de Facebook’u kaplayan fotoğraflar, kar keyfinin devam ettiğini gösteriyor. Gene de unutmadan söyleyeyim. Giymediklerini, onlara ihtiyacı olabileceklere iletecek bir kuruma, okula, muhtara, belediyeye, ilgili bir arkadaşa aktarmak bugün de geçerli. İnsanlar da, hayvanlar da karda üşüyünce, işin zevki, keyfi falan kalmıyor. Hayvanlar mama ile suyu tercih eder, tabii. Ama battaniyeler onları da ısıtır.

“Karlar, bütün elhan-ı mezamir-i sükutun,” deyip kar faslını şimdilik kapatıyoruz.

, , , , , , ,
Share
Share