Ben Bozuk Saat
Ben aşağı yukarı 150 yaşında, bozuk bir saatim. Son 94 yıldır da bu şehrin meydanında duruyorum. Geçmişe saygılarından mı, yoksa bir bozuk saatin bile günde en az iki kez doğruyu göstereceğini fark etmiş olmalarından mı bilmem, beni hurdaya çıkarmak kimsenin aklına gelmedi şimdiye dek. Sadece bir kez başıma geldi bu. Ama zaten o da bu meydana konulmadan çok önceydi.
Bendeniz eskiden bir sarayın kameriyesindeydim. O kameriyeye getirildikten kısa bir süre sonra baş gösterdi bendeki bu bozukluk. Önceleri kendimdeki tuhaflığa ben de anlam veremiyordum. Ne zaman ki hükümdar bulunduğum yere gelsin, bana bir şeyler oluyordu. Diyelim ki sarayda tansiyon yüksek. Diplomatik bir krizin eşiğindeyiz. O sıra hükümdar içeri girerse benim akreple yelkovan dört nala koştururdu. Bu koşturma hükümdar tarafından fark edilirse zınk diye duruverirdi. Çünkü hükümdar da durmuş olurdu. Emrindekilere dönüp, “Bu saat yine mi bozuldu!” diye kalayı basardı. Onlar da tabii el pençe divan, ne diyeceklerini şaşırırdı. Şanslıysam olay bu şekilde kapanır, şanssızsam bazı eller tarafından alınır, oramı buramı kurcalayacak saat tamircisine götürülürdüm. Tamirci de her seferinde, “Bu saatte bir bozukluk yok, buyrun götürün,” diyerek beni iade ederdi. Tabii hükümdara açıklama bu şekilde yapılmazdı. Ne desinlerdi ki? Efendim, saatte bir bozukluk yok, bozukluk sizin duygularınızda mı?
Tamirciye gidip gelmekten o kadar yorulmuştum ki, bu işe bir çare bulurum umuduyla akreple yelkovanın kontrolümden çıktığı zamanlara dikkat kesildim. Böylece fark ettim ki, hükümdar etrafta olmadığı vakitler tıkır tıkır işliyorum. Peki ne oluyordu da hükümdar gelince işler değişiyordu? Bu kez hükümdarın gelişlerine dikkat kesildim. İşin en zor kısmı buydu doğrusu. Çünkü hükümdar bazen ali kıran baş kesen, bazen son derece hoşgörülü bir derviş gibi davranıyordu. Hükümdarımızın bir günü bir gününe değil, bir dakikası bir dakikasına uymuyordu. Ben n’apayım!
Meğer sorunum tam da bundan kaynaklanıyormuş. Empatik bir saat olduğumu böylece anladım. Yani etrafımdaki insanların ruhundaki iniş çıkışlara karşı fazla duyarlıydım. Kameriyede asılı olduğum günlerde bozukluk sadece hükümdarın duygularıyla baş gösteriyordu, çünkü onun duyguları başka duyguların ortaya çıkmasına izin vermeyecek kadar şiddetliydi. Eğer o gün üzgünse ya da durgunsa bile sarayda çıt çıkmazdı. Bu kez de öteki duygular siner, hükümdarın duygularını uyandırmamak için ortalıkta pek fazla görünmemeye çalışırlardı. Böyle zamanlarda üzerime bir ağırlık çöker ve mutlaka geri kalırdım.
Bir gün hükümdar emir erlerinden birine adeta kükredi. “Atın şu saati, yerine doğru düzgün çalışan bir tane getirin! Bunu da gözüm görmesin bir daha!” Tahmin edersiniz ki, bu kez tamirciyi değil, sarayın hurdalığını boyladım. Ta ki, gizli bir el beni ordan çekip alana dek.
Neden sonra bir saat ustasının elinden geçtim. Beni temizledi, pakladı. Çok sonra öğrendim ki, o hükümdar gitmiş, saray boşaltılmış. Beni aldılar, şehrin en büyük meydanına yerleştirdiler. Tabii adım kısa sürede “bozuk saat”e çıktı. İnsanların birbirlerine randevu verirken, “Bozuk saatin orda buluşalım,” demelerine içerlemiyordum. İçerlediğim şey, bir Allah’ın kulunun bendeki bu bozukluğun nedenini anlamaya çalışmamasıydı. Bu derin bir yalnızlık duygusu yaratıyordu bende.
Fakat bir gün birisi çıkageldi, uzun uzun seyretti beni. Böyle bir şey ilk kez başıma geliyordu. Tik taklarımın hızlanışından, beni seyreden kişinin de nabzının hızlı attığını anladım. Saat 2’iyken 7 oluvermişti. Bunu fark eden seyircimin yüzünde bir gülümseme belirdi. Derin bir soluk aldı, gözlerini yumdu, nefesini dinlemeye başladı. Böyle yapınca nabzı da sakinleşti. Seyircim biraz sonra gözünü açtı ve akrebin de yelkovanın da deminkine göre hayli yavaş ilerlediğini görünce bir kez daha gülümsedi. Bu bir süre böyle devam etti. Seyircim, her gün değişik saatlerde gelip farklı farklı nabızlarla karşımda dikildi.
Nihayet meydanın boş kaldığı bir gece vakti benimle konuştu. Sırrımı çözmüştü. “Bu meydanda nabzını duyduğun insanların hikâyelerini benimle paylaşır mısın?” diye sordu. Bozukluğum ilk kez bir işe yarayacaktı demek! Sevinçle kabul ettim. Fakat bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum henüz. Bu kişi bana bir yeteneğimi daha keşfettirdi. Empatik olmakla kalmıyor, eğer istersem empati kurduğum kişinin zihnine yerleşiyor, onunla istediğim kadar vakit geçirip tekrar meydana geri dönebiliyordum. Buna bağlı olarak, meydandaki saatin tik takları belki kendini iyice şaşıracaktı ama olsun varsındı. İnsanları anlamaya ve onların hikâyelerini anlatmaya değmez miydi? “Değer!” dedim heyecanla ve bu işi kabul ettim.
İşte böyle sevgili okurlarım. 150 yıllık yaşamımda ilk kez doğruyu gösterme ihtimalim varmış gibi heyecanlıyım şimdi.