Bonnie and Clyde – 50 Yıllık Tartışma
Yaşınız 18 civarında değilse, onları hiç unutmamışsınızdır. Büyük İktisadi Bunalım Dönemi’nde, kendilerine, kaderin yazdığı hikâyeyi beğenmeyip yenisi yazan iki genç: Bonnie ile Clyde. Ya da, Bonnie Elizabeth Parker (1 Ekim, 1910 – 23 Mayıs, 1934) ile Clyde Chestnut Barrow ki bazen Clyde Champion Barrow de deniyor (24 Mart, 1909 – 23 Mayıs, 1934). ABD’nin ortasındaki eyaletlerde, Büyük İktisadi Bunalım sırasında çeteleriyle dolaşmış, insanları soymuş, köşeye sıkışınca da öldürmüşlerdi.
Teksas’ta ortak bir arkadaşları onları tanıştırdığında, 1930 yılının ocak ayında, Bonnie 19 yaşındaydı, Clyde da 20. Bonnie’nin kocası ise hapisteydi, Clyde 1932 şubatında şartlı olarak tahliye edildi, Bonnie’yi buldu ve macera başladı. Clyde artık hapse girmeyeceğine yemin etmişti. On üç kişiyi öldürdükleri tahmin ediliyor. Banka soygunları, araba çalmalar ve hırsızlıklar da cabası. Kendilerine bir efsane yarattılar. 1934’te, onlara pusu kuran kolluk kuvvetleri tarafından öldürüldüler.
Evet, onları hatırlamasanız bile, 1967’de adlarını taşıyan film yapıldığında siz de genç idiyseniz, Bonnie ile Clyde’ın başrollerini paylaşan Faye Dunaway ile Warren Beatty’yi mutlaka hatırlıyorsunuzdur. Beatty aynı zamanda filmin yapımcısıydı. Çok iyi bir teknik ekip ve oyuncu kadrosuyla çalıştılar. Senaryoyu Esquire dergisinden iki New Yorklu basın mensubu, David Newman ve Robert Benton yazmıştı. Yönetmen ise, şiddetin ender sanatçılarından Arthur Penn’di. Görüntü yönetmeni Burnett Guffey, filmin iki Oscar’ından birini aldı. 10 adaylığı olan filmin diğer Oscar’ı ise yardımcı kadın oyuncu dalında Estelle Parsons’a gitti.
Aslında, oyuncuların hepsi iyiydi. İlk rolünde cenaze levazımatçısı olarak Gene Wilder, sonra Gene Hackman, Michael J. Pollard… Ama esas “yıldız”lar, Dunaway ve Beatty’ydi, elbette. Gala fotoğraflarında harikadırlar. Eleştirmenlerin kiminin, filme hiç yakıştıramadığı “görkem”in de suçluları onlardır: gangster görkemi. İyi performanslar çıkarmış iki oyuncu; biri güzel, öteki yakışıklı. Eğer onları son Oscar törenindeki En İyi Film karışıklığından hatırlıyorsanız, derin bir nefes alın ve Bonnie ile Clyde gösterime girdiği sıradaki fotoğraflarına bakın. Yükselişte iki genç oyuncuyken, starlığı yaşamışlardı.
Zaten Oscar törenindeki karışıklık, onların kabahati değildi. 50 yıllık tartışma da bundan çıkmıyor, tabii. Tartışma, Bonnie and Clyde’ı beğenen eleştirmenler ile beğenmeyenler, hatta yerin dibine batıranlar arasında. Bitmek bilmedi, çünkü Bonnie ile Clyde, Amerikan sinema tarihinde bir dönüm noktasıydı. Günümüzün önemli bir eleştirmeni ve yazarı olan David Thomson, “Eğer filmi hayatınızın doğru zamanında gördüyseniz, sonsuza kadar değişmişsinizdir,” diyor.
Önce karşı çıkanlar sıralarını savdı. New York Times’ın etkin eleştirmeni Bosley Crowther; oyunculuk, yönetim ve senaryo ile başlayarak her şeye saldırdı. Fars ile gaddar cinayetleri harman etmenin hem anlamsız, hem zevksiz olduğunu ileri sürdü. “Bu film, Uluslararası Montreal Festivali’ni açtı!” diye feryat etti. Gerçi başka eleştirmenlerle, hatta onun yazılarına karşı çıkan okurlarla kavgaları meşhurdur ama, bu sefer tek yazıyla yetinmedi. Arkasından aynı minvalde iki yazı daha yazdı. Derler ki, bu üç yazı, onun 27 yıl film eleştirmenliği yaptığı NY Times’dan bir ay sonra kovulmasına neden olmuş. On gün sonra The Village Voice’da Andrew Sarris, Bonnie ile Clyde’ı, 100 Yıl Savaşı’nı sınır çatışması düzeyine indiren Crowther Haçlı Seferi’nin konusu olarak tanımladı. Ama kötü yazan eleştirmenlerin içinde en ilginci, Newsweek’ten Joe Morgenstern’di. Filme gitmiş, hiç beğenmediğini yazmış, sonra bir daha gitmişti. Bu sefer, aktris eşi Piper Laurie de yanındaydı ve filmi beğendi.
İlk gidişte beğenenlerden en etkin olanı ise, o sıralar New York’a yeni gelmiş, 48 yaşındaki tecrübeli eleştirmen Pauline Kael’di. Kendisi, iyi bir eleştirmenin sinema dışında da pek çok şey bilmesi, genel kültür sahibi olması gerektiğini anlamamı sağlamıştır. Kızdırdığı çok kişi olmuştur, ama sadık hayranları da vardı. Genç erkek hayranları kendilerine “Paulette” derlerdi. Kael’in fikirleri, genellikle çağdaşı eleştirmenlerin fikirlerine uymazdı. Bonnie ile Clyde’dan çok etkilenmişti, çığır açıcı bir film olduğunu düşünüyordu. Bunu da The New Yorker’da yazdı. Sonra da 1968’den emekli olduğu 1991’e kadar derginin film eleştirmeni oldu. Filmi kurtaranın Kael olduğu söylenir ama; hem The New Yorker’ın o sıradaki eleştirmeni Penelope Gilliat, hem de kimilerince “anaakımın temsilcisi” sayılsa da vizyon sahibi bir eleştirmen olan Roger Ebert, Bonny and Clyde’ı beğenmişlerdi. Ama senarist/yönetmen Paul Shrader, filmin gösterime girdiği, beğenilmediği, eleştirmenler tarafından kurtarıldığı görüşündeydi. Sonra bir hit oldu, Time’ın kapağına çıktı diyordu. Kendisi çok iyi bir senarist ve aşağıda adı geçen yönetmenlerin akranıdır.
50 yıllık bir tartışma olduğu da doğru. 50. yıldönümünde özel şekilde restore edilmiş kopyasını izledikten sonra da, çok daha ılımlı olsa bile, karşıt görüşlere rastlıyoruz. Arthur Penn’in filmi, sadece o günün sinemasının değil, Amerika tarihinin de can alıcı bir noktasındaydı. Eğer söylenenler doğruysa da, sinema eleştirisinin gücünün dorukta olabileceğini de kanıtlar. Sinema tarihinin de akışını değiştirir, çünkü Amerikan Yeni Dalgası’nın ilk örneği; Altman, Scorsese, Peckinpah, Kubrick, Coppola ve Bogdanovich gibi yönetmenlerin öncüsüdür.
Kırkıncı yıldan bir örnek isterseniz, New York Times eleştirmeni A.O. Scott, Beatty, Penn ve senaristlerin “Şiddetin ahlâkî ağırlığından ziyade estetik etkisiyle ilgilendikleri”ni yazmıştı. Sonra da Bonnie ile Clyde’ı Saw, Hostel, Dirty Harry ve Death Wish gibi filmlerle kıyaslamıştı. Scott, “Gene de hoşuma gidiyor,” demiş ama, belli ki tedirgin ve Bosley Crowther haklı mıydı acaba, diye düşünüyor. Neyse ki, kendisi film aleyhine yazmaya devam etmedi, onun için de Crowther’ın aksine, hâlâ NY Times film eleştirmeni.
Çok ciddi oldu, en iyisi filme bir göz atalım, ille de bereleriyle Faye Dunaway’e. Kocası hapiste olan, bir kamyoncu lokantasında sıkıntıdan patlayan Bonnie’ye. Sonra Clyde’ın ağabeyine, ürkek karısına. Ve elbette dönem kostümleri, klasik arabalar ve (Lester) Flatt and (Earl) Scruggs müziğine. Aç çocuk, yaralanmış Bonnie ve Clyde’ın yanına gelince nasıl olduklarını bile sormadan, “Meşhur musunuz?” diyor.
Oysa, Büyük İktisadi Bunalım’dayız. Herkesin başı dertte. Penn, 1933 yapımı Gold Diggers’ın “We’re In the Money” sahnesi ile dönemin altını çiziyor. Bonnie ile Clyde’ın mirasına ise bugün, örneğin geçen yılın En İyi Film Oscar adaylarından Hell or High Water’da rastlayabiliriz. 50 yıl sonra izleyenler de eski bir film izlediklerini düşünmeyecekler. Devrimci bir film, ama aynı zamanda Hollywood klasik filmlerinin sonuncusu. Kaçak iki cani âşık, daha sonra Terrence Malick’in Badlands’inde, Robert Altman’ın Thieves Like Us’ında ve Oliver Stone’ın Natural Born Killers’ında da çıktı karşımıza. Ama hiç birisi Bonnie ile Clyde kadar “toplumun dışında” yaşamıyordu.
Final sahnesiyle veda edelim Bonnie ile Clyde’a.
FBI (Federal Investigation Bureau) diyor ki >
“23 Mayıs, 1934’de, şafak sökmeden önce Louisiana ve Texas’tan polisler, Sailes yakınlarında, otobanda çalılara saklanmış beklerler. Günün ilk ışıklarında, Bonnie ve Clyde bir otomobille görünür (çalıntıymış) ve uzaklaşmak istediklerinde, polisler ateş açar. Bonnie ile Clyde hemen ölür.”
Arthur Penn ise, kahramanlarına bir ölüm dansı ile veda ediyor. Bonnie ve Clyde’ın bedenleri kurşunla doluyor, bez bebek gibi oradan oraya savruluyorlar. Hays Sansür Kanunu’nun son kalıntılarını da silmiş bir sahne… Film tarihinin en önemli sahnelerinden biri. Her ânında ölümü hissedebiliyordun. Ama en güzel kısmı, kurşunlar uçmaya başlamadan önceki kısımdır. Çalılıklardan kuşlar havalanır, Bonnie ile Clyde kısacık bir anda (ki, ebediyyet gibidir) orada birinin saklandığını anlarlar, birbirlerine bakarlar, kamera ondan ona gider. Gözleri o anda görsel şiirler okur. Bir yönetim, oyunculuk, kurgu (Dede Allen) mucizesi, “Bonnie ile Clyde”ı, aşkın ölüme üstün çıktığı bir aşk filmi yapar. Peki, “gangster görkemi” ne olacak? Eh, arzu eden de onu izler.