Atmaya kıyamadıklarımız
Geçenlerde Ferhan Şensoy’un Ferhangişeyler oyununa gittim. Çok da güzeldi, ama oyunda öyle bir nokta vardı ki, oturtup bana bu yazıyı yazdırttı. Ne mi?
Ne değil ki; artık yanası kalmamış çakmaklardan gazoz kapaklarına, makbuzlardan tutun aşk mektuplarına varan her şey. Ya da Ferhan Şensoy’un tabiriyle kutu kutu içinde; kutu kutu içinde de en içinde hayatımız. Kısaca biriktirme huyumuz.
Topluyoruz…
Biriktiriyoruz…
Atmaya hiç kıyamıyoruz.
Sokakta yürürken gözümüze takılıveren, hiçbir şeye yaramaz, ömrünü tamamlamış (ama bizim rahat bırakmadığımız) tamiriyle yenisinden daha pahalıya gelecek bir şeyi evine taşımamış olan var mıdır ki hiç? (hepsine bakabileceğini bilse mahallenin kedilerini bile toplayıp, evine götürecek çok kişi tanıyorum ben.)
Hani sadece ıvır zıvır nesneler toplasak, bit pazarı kıvamında evlerimiz olur, ama yine de sadece o kadar olur. Oysa biz marifetmiş gibi burukluklar da topluyoruz, böğrümüzde bizim olmayan sevdaların kavuşamayan sevdalıları için ayrılmış bir yerimiz de var, işte orada da onların kötü kaderlerini topluyoruz.
Yok biz atmaya kıyamıyoruz eğilmiş başımızı.
Bayat ekmeklerden tatlı yapılabilir biliyoruz ama biriktirilmiş acılardan neşe yapılmıyor bilmiyoruz. Bir tuhaf masklar topluyoruz. Çok maskemiz var, mask mask içinde; mask mask içinde de en içinde kral çıplak…
En nihayetinde toplamaktan vazgeçecek gibi de değiliz, o yüzden diyeceğim odur ki toplayan kitap toplasın, hiç olmadı kitap ayracı toplasın!