Eskiden yeniye ne değişti?
Edebiyatın ve yayıncılığın, güncelliğini koruyan tartışmalı konularında olan 100 Temel Eser‘de, Notos edebiyat dergisinin hazırladığı alternatif listeye daha önceki iki yazıda değinmiştik. Notos’un “soruşturma dosyaları”na göz gezdirmiş ve eser listeleri konusunu ele almıştık.
Notos’un alternatif 100 Temel Eser listesini hazırlarken MEB listesine karşı çıktığı noktalar, zaten yıllardır tartışılagelen konu başlıklarının en başat ve ortak olanları. MEB tarafından “dayatılmış”, yani müfredata doğrudan müdahale niteliği taşıyan, kısıtlayıcı, katı anlamda ideolojik, özellikle de devlet okulları üzerinde etkin yaptırım kurabilen bir listeden söz ettiğimizi hatırlayalım.
“Tartışmalı” yazar ve içerikleri dışarıda bırakması anlamında sansürcü bir tavır sergileyen MEB listesinin ne kadar “edebi” olduğu, zaten kuşku götürür. Üstelik “köhne”leşmiş bir liste bu. Listeyi oluşturan eserler eskidiği için değil elbette, ama edebiyat devamlı çeşitlenip büyürken, Semih Gümüş’ün de belirttiği üzere, söz konusu liste tekrar tekrar gözden geçirilmediği, yeni önerilerle geliştirilmediği için.
Ve içerikler… Edebiyatla ilk kez buluşan okurun ihtiyacına duyarlı editörler, yazarlar ve eleştirmenler de MEB listesinin, ilkgençlik gibi iç dinamiklerin en değişken olduğu dönemi yaşamakta olan okurlara okutması yalnızca çok zor olabilecek değil, yersiz ve zamansız da olabilecek eserlerle dolu olduğunu hep söylediler.
Semih Gümüş, MEB listesinin oluşumunda, edebiyatla ilgilenen topu topu birkaç kişi dışında resmi görevlilerin söz sahibi olduğunu hatırlatıyor. Notos’un önerdiği alternatif yüz eser ise, Türk edebiyatının nabzını tutmaya devam eden bir yazarlar ve eğitim uzmanları ekibi tarafından seçilmiş. Herhangi bir resmiyet, ikinci bir sansürcü üst yapı belirleyici olmamış. Üstelik yalnızca ölmüş yazarlara değil; bugünün yaşayan ve üreten isimlerine de yer verilmiş. Alternatif liste, en azından bu edebi duruşuyla bile, önemli bir karakter farklılığını ortaya koyuyor.
Alternatif liste 192 isimlik bir seçici kurul tarafından hazırlandığı için, bugünün edebiyat kanonunu bir ölçüde yansıtıyor. Her şeyin ötesinde bugüne bir tanıklık, döneme ilişkin bir durum raporu, bugünün algısını ve anlayışını belgeleyen bir uygulama olduğu kesin.
Ama konu, bu alternatif 100 Temel Eser listesinin karakterine ve kullanılabilirliğine, yani “uygulanabilirliğine” geldiğinde, bazı açımlamalara gitmek kaçınılmaz.
Özellikle de şu soruyu sormamak elde değil: Neden yeni bir 100 Temel Eser?
Şu ana kadar MEB listesindeki belli başlı “yanlışlar”la alternatif listedeki “doğrular”ı konuştuk. Semih Gümüş de attığı bir tweet’te bu yeni listenin, MEB listesini geçersizleştirdiğini savunuyor. Ancak konuu o kadar basit değil. Çünkü daha en başından 100 Temel Eser listesinin oluşumu ve ortaya çıkışıyla ilgili çözülmemiş bir mesele var.
Öncelikle “temel eser” tamlamasına bakalım. Neden “temel”? Daha doğrusu, neye ve kime göre “temel”? Hangi eserin hangi okur için hangi dönemde ve bağlamda bir “temel” oluşturabileceğini kim söyleyebilir? Hangi uzman, bir eserin estetik, tarihsel, siyasi ve felsefi mahiyeti üzerine yöntemli, bilimsel ve –kişisel olsa da– temelli değerlendirmeler yapmak dışında, o eserin şu ya da bu okur için başlı başına bir “temel” teşkil ettiğini ileri sürebilir? Veya Tolkien’ın nesillerdir okunan ama listede olmayan “Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi”nin, fantastik edebiyatın “temel” eserlerinden biri olmadığını söyleyebilir? Boris Vian’ın yazdığı Günlerin Köpüğü’nün, özel bir anlatımın vurucu örneklerinden biri olmadığını ya da bir “temel” oluşturmadığını söyleyebilir? Ya da tekil örneklerde dağılmayalım ve yalnızca şunu soralım: Temel nedir?
Her listenin bir “öneri” olduğunu belirttik. “Temel” nitelemesiyse, öneriyi aşan bir iddia. Bir eserden okurun şu ya da bu nedenle zevk alacağını düşünmek, belli başlı yararları içerdiğini ve bunların okur için anlamlı olduğuna kanaat getirmek, kendine özgü her türlü öncelik çerçevesinde bir öneride bulunmak başka; bunu “temel” gibi neyin temeli olduğu belirsiz, daha başından buyurgan bir sıfatla sürdürmek başka şey olsa gerek.
Alternatif liste çalışmasında, edebiyat okumanın çok farklı nedenleri, öncelikleri, zevkleri ve biçimleri olduğunu savunan, yazan, her zaman hatırlatan çok sayıda yazar ve eleştirmen bir araya gelmiş. Böyle bir birlikteliğin, hasarlı doğmuş eski bir yapıyı tümden, sembolüne kadar kırmasını; yeni bir söylemi ve bakış açısını ortaya koymasını beklememiz, herhalde bir “aşırılık” içermiyor. Çünkü pür resmi ve emir kipli bir duruştan ortaya çıkmış eski bir uygulamaya, onun daha varlığına ilişkin kökten bir eleştiri getirmeden alternatif bir “temel” yaratımına gidilmesi, bugünkü anlayışlarımızın ve beklentilerimizin epey tersine.
Listede İhsan Oktay Anar’dan Puslu Kıtalar Atlası, Ursula K. Le Guin’den “Yerdeniz Üçlemesi”, Ferenc Molnár’dan Pal Sokağı Çocukları, J. D. Salinger’da Çavdar Tarlasında Çocuklar gibi eserlerin yer alması son derece olumlu. En azından bazı kalıpların aşıldığına işaret. Ama hatırlayalım, Nutuk ve Kutadgu Bilig gibi kendi bağlamında son derece değerli, belgesel önemi olan ama daha farklı, daha akademik okumaları gerektiren tarihsel metinlerin de MEB listesinde yer bulmuş olması, hep ciddi bir tartışma konusuydu. Odağa oturtulan şey edebiyat mıydı, yoksa konu anlatımlı müfredat içeriği mi, o anlaşılmıyordu. MEB listesi bu açıdan bile kavramından ve amacından yoksun bir metinler listesi kimliğindeyken, alternatif listenin yeniden Nutuk’la ortaya çıkması neden? İçeriğe dair bu gibi sorgulama noktaları belki bir açıklama bulur, diyelim. Ama 100 Temel Eser’i, aynı adla ve böylesi benzerliklerle yaşatmanın doğru olduğunu düşünemiyorum. Çünkü “temel eser” dendiğinde, baskıcı ve okuruna karşı bakışta miyop bir ideolojinin hatırlatıcısı olmaktan kaçmak mümkün görünmüyor.
Peki alternatif ve yeni olanın öncelikleri neler?
Yaşayan yazarlar konusu, yeni listede çok vurgulanmış. Evet, MEB listesi bu açıdan epey dikkat çekiyordu. Ama konunun esas meselesi bu muydu? Yaşayan yazarı bulmak mıydı? Yaşayan yazar, yaşayan edebiyatın da taşıyıcısıdır, elbette. Ama asıl ihtiyaç, “genç okur bu kitabı neden okur / neden okusun?” ya da “ben ona bu kitabı niçin öneririm?” sorularını her kitap için sorarak ve cevaplarını oluşturarak hazırlanması gereken bir liste değil miydi? Haliyle, asıl vurgulanması ve olumlu gösterilmesi gereken öncelik de bu değil miydi? Listenin, asıl bu temel nokta ve özellik üzerinde yükseltilip yüceltilmesi gerekmez miydi?
Alternatif listenin öncelikleri ve prensipleri anlamında doyurucu bir temellendirme, paylaşım ve açıklama, en azından şu için yok elimizde. Daha sonra, bu listeye getirilen eleştirilerin de masaya yatırılacağı söyleniyor. Ama ondan önce, eleştirilerin üzerine kurulabileceği verilere ihtiyaç var gibi. En çok tercih edilen ilk 100 kitap gibi, onların neden seçildiğine dair en çok belirtilen bir “ilk 10 neden” listesi de hazırlansa, bu liste kimisi için anlaşılır, kimisi için karşı çıkılır, ama her durumda üzerine somut ve edebi tartışmaların, “liste” konusu özelinde bile yapılabileceği bir ortam doğmaz mı? Şu anki veriyle, bu çok mümkün gözükmüyor. Yüzen çok fazla soru var.
Mesela soruşturma konusunu “yerinde bulmadığı” için öneri sürecine katılmayanlar olduğundan da söz ediliyor.
“Yerinde bulmamak”tan ne kastedildiği önemli. Mesele yalnızca eser listelerine karşı durmaksa, önceki yazımda fikrimi belirtmiştim. Ancak söz konusu listeye “ben çocuklara ve gençlere kitap önerebilecek yetkinlikte değilim, o okuru tanımıyorum,” gibi bir endişeyle katılmamış yazarlar varsa, bu çekinceleri es geçilmemeli, bu özeleştiri ve sağduyuları vurgulanmalı.
Okuru ilk kez edebiyatla buluşturmak konusunun ülkemizde belli önyargılar nedeniyle yeterince ele alınmadığını ve alana yönelik üretimin yeterince bilinmediğini anlamak, anlamışsak da hatırlamak zorundayız. Konu bu özel okur kitlesi için üretilen kitaplara ve bunların yayıncılığına geldiğinde, edebiyatçılarımızın ve eleştirmenlerimizin, edebiyatı her yönüyle ele alma ve görme noktasında pek kapsamlı davranamadıkları açık.
Anlaşılmaz değil, konu çocuk ve genç oldu mu işler çetrefilleşiyor. Edebiyatın ötesinde bir boyut giriyor işin içine. Buna ille de “pedagoji” demek zorunda değiliz; farklı bir gözlem, anlama, empati ve diyalog çabası da yeterli olabilir. Bu noktada edebiyat deneyimimiz ve okuma birikimimiz sahip olduğu önemini asla yitirmez ama, tek belirleyici de olamaz. Okurun yaşı düştüğünde, yazarların çoğu uzun zamandır uğramadıkları, ne değişiklikler geçirdiğini bilmedikleri bazı topraklara dalarlar. Karşılarındaki okur, eğer “asgari” bir edebiyat olgunluğuna erkenden erişmemişse, metinle ilişkisini çok daha metin özelinde ve ondan duyduğu haz bağlamında kuracak; metni, tarihsel ağırlığından, kültürel öneminden ve onu çevreleyen değerlerden, hatta, yazarından bile bağımsız görebilecektir. O metin, okurun kendi gerçekliğiyle kurabildiği köprüler kadar değerlidir. Bu anlamda, Brigitte Labbé’nin de dediği gibi, okur yaşı düştüğünde, ona yazacak ya da öneriler yapacak edebiyatçıda bir “alçakgönüllülük” sınavı başlar. Benim merak ettiğim, bu listeyi hazırlayan 192 kişi bu öngörülere ve hissiyata, “söz konusu okuru tanıyor muyum?” kuşkusuna sahip miydi?
Kuşkusuz, edebiyatçılardan oluşan bir seçici kurul daha edebiyata yönelik, dolayısıyla bağlamına daha uygun seçimler yapacak ve gerçekten de hem edebiyat için hem de okurlar için değeri olan bir öneri listesi ortaya çıkaracaktır. Ancak bu, listenin değeri kadar başarısını ve amacına uygunluğunu da doğrular mı? Kategorisiz, büyük “edebiyat” başlığı için son derece anlamı olan bu öneriler ve eserler sıralanırken, liste özelindeki işlev ve kriterler doyurulmuş olacak mı?
Konu edilen listenin, okur odaklı anlayışla oluşturulduğunu hatırlayalım. Eskisiyle yenisiyle, eğrisiyle doğrusuyla… Listenin belirleyicileri tema, coğrafya ya da tarih dilimi değil, okurun ta kendisi, çünkü 100 Temel Eser’in oluşturulma nedeni, ortaöğretimdeki öğrencilerin (çoğunlukla yukarıdan tanımlanan) okuma ihtiyaçları ve milli eğitimin bu yöndeki sesli / sessiz beklentisi.
Böyle özel bir okur grubuna (özel olduğu, üzerine hâlâ bir liste çalışması yapıldığından belli) bir şey önermek için, hangi yazar ibreyi nereye kaydırmıştır? Kendi gençliğini ve okuma deneyimlerini mi düşünmüştür? Kendi çocuğunu ya da yakınındaki çocuğu ve/veya genci mi gözlemlemiştir? Sırf o eserleri okuyup beğendiği için mi önermiştir? Edebiyat ve okur arasındaki ilişki onun için ne ifade eder, nasıl tanımlanır?
Alternatif listeyi hazırlayan yazarların sevdikleri eserleri içtenlikle önerdiklerine hiç kuşkum yok. Ancak, “doğmakta / olgunlaşmakta” olan edebiyat okurlarına odaklanmış çağdaş bir edebi üretimin ve yayıncılık kültürünün içinde olduğumuzu da hatırlayalım. Christine Nöstlinger, Astrid Lindgren, David Almond, Daniel Pennac ve benzeri isimlerin açtığı yolda ilerleyen, Türkçe’ye çevrilmiş onlarca yazar bugün okurun edebiyatla buluşma noktasında belirleyici rol oynuyor. Seçici kurul, bugünü bu anlamda ne kadar dikkate aldı? Günümüz dünya ve Türkiye edebiyatına ne genişlikte baktı? Aşina olmamaları olası bir edebiyatı, en azından “Acaba orada dişe dokunur bir şey var mı?” diye araştırdı mı?
Kuruldaki onlarca değerli yazarın isimleri, bu konuda ne yazık ki bir ipucu vermiyor. Liste çalışmasının tanıtımında, seçici kuruldaki isimlerin bugüne dek “edebiyatla ilk buluşma” konusu üzerine düşünmüş ya da yazmış olduklarına dair bir vurgu da bulunmuyor. Oysa bunların ifade bulması, listenin güvenilirliği ve işlerliği noktasında olmazsa olmaz öneme sahip.
Belki de şunu sormanın zamanı gelmiştir: Bu özel okur kitlesinin öncelikli ihtiyacı, acaba böyle iddialı listeler mi? Yoksa tamamen liste dışı bazı uygulamaları ve iletişim biçimlerini mi düşünmek gerekiyor artık?
Son olarak bunu tartışacağız.
(Fotoğraf)