Perdenin Aralığından Sesleniyorum

Perdenin Aralığından Sesleniyorum

ON8
23 Ekim 2012

Biletin elinde, fuayede beklersin. Salonun girişinde oyunun afişi, hemen yanındaki camekânda ise yönetmenin, yaratıcı ekibin ve oyuncuların fotoğrafları asılı durur; onları incelersin. Oyunun broşürünü ve gelecek ayın programını alır biraz karıştırırsın. Oyunu izlemeye başlamadan önce broşüre göz atmak iyi fikir, bilmen gerekenler senin için hazırlanmıştır… Uğultular, çalan telefonlar birazdan bitecek. Sahnenin kapısı açılacak, güzel giyimli, güler yüzlü biri gelip biletine bakacak ve sana koltuğunu gösterecek.

Tiyatrodasın. Önce on dakika, sonra beş dakika zili çalacak. Ve anonsu duyacaksın:

“Oyunumuz başlamak üzeredir. Lütfen cep telefonlarınızı ve dijital cihazlarınızı kapalı konuma getiriniz. Oyunumuz süresince flaşlı ya da flaşsız fotoğraf çekilmemesi ve görüntü alınmaması önemle rica olunur. İyi seyirler.”

Sahne ve seyirci ışıkları yavaşça sönecek ve perde!

Peki ya bu filmi geriye sarsak? Ta en başına… Zamanda iki ay geriye gitsek? Sahnenin önünden değil de arkasından baksak olaylara? Düşün ki, o zaman, birinci sırada senin oturduğun koltuklarda yönetmen, dramaturg ve reji asistanı oturuyor. Reji asistanı kişisi? İşte o benim. Önümüzde yuvarlak bir masa var. Masanın üzerinde oyun metnimiz, not kağıtları, defterler, kalemler ve üç fincan çay… İki kalas bir heves. Ve işte bundan sonrası siz o koltuklara oturmadan önce aylarca süren bir telaşa dair…

Oyun, İstanbul Devlet Tiyatrosunun yeni sezonu için seçilmiş, oyuncu kadrosu, yaratıcı ekip belirlenmiş, haberleşmeler yapılmış; ilk prova günü gelip çatınca tüm ekip heyecanla toplanmıştı. Yönetmen her zamanki gibi açılış konuşmasını yaptı. Bir yönetmen olarak ekipten beklentilerini, çalışma sistemini ve oyunu anlattıktan sonra ilk aşama olan okuma provası başladı.

Provalar… provalar… provalar…

Okuma provalarında her oyuncu kendi rolünü, kendi repliklerini okur. Bu ‘birlikte okuma’ günleri, tüm prova sürecinin en keyiflilerindendir aslında. Ekip birbirine ısınır, oyunu okudukça; konusuna, hikâyelerine, karakterlerine ve diline alışır. Fikirler paylaşılır. Tekrar okumalarında detaylar çıkmaya başlar. Esprili yerlerde kahkahalar yükselir sofitaya doğru, hüzünlü yerlerde sayfaların üzerine gözyaşları akar çaktırmadan…

Birkaç gün süren okuma provalarının ardından, tek tek sahneler çalışılmaya başlanır. Bu aşamada karakter çözümlemeleri yapılır, oyuncuların genel duyguyu ve oynadığı karakterin derinliklerini arama süreci başlar. Her sahne kendi başına ‘tamam’ olana kadar tekrar ve tekrar çalışılır. Oyuncular bürünecekleri rolle birlikte yaşamaya başlar. Doğrusunu söylemek gerekirse bu süreç biraz sancılıdır, onları uykusuz geceler bekler… Başlarda oyun metni hâlâ eldedir, ezberler tamamlanmamıştır. Fakat sahneler o kadar çok tekrarlanır o kadar çok çalışılır ki bir bakarsınız ezberler çoktan olmuş bitmiş, oyun metinleri bir kenara bırakılmıştır. Provalar başlarda en az
dört-beş saat sürer ve bu süre sonlara doğru gittikçe uzar.

Markeler hazır mı?

Oyuncular rollerine ve oyuna çalışırlarken sıra dekor ve kostüm toplantılarına gelir. Tasarımcılar toplantıların sonrasında tasarımlarını hazırlamak için belirli bir süre kendi hâllerine bırakılır. Oyunda kullanılacak aksesuarlar belirlenir. Satın alınmaları ve hazırlanmaları için liste hazırlanır. Gerçek aksesuarlar toparlanıncaya kadar geçici olarak ‘marke’ ismi verilen benzer dekor ve aksesuarlarla çalışılır. Kadeh yerine plastik bir bardak, sabahlık yerine eski püskü bir gömlek… Dekor, kostüm ve aksesuarların hazırlık sürecinin uzunluğunu ve zorluğunu oyunun türü ve hangi dönemde geçtiği belirler biraz da.

Yönetmen, asistan ve dramaturg çalışılan sahneleri dikkatle izler, aralarda fısır fısır konuşur, kafa yorar ve notlar alırlar. Çalışma zaman zaman durdurulup baştan alınır, en sonunda not edilenler ve yorumlar oyuncularla paylaşılır.

Tüm sahneler kendi içinde tek tek oturmaya başladığında yavaş yavaş mizansenler çalışılmaya başlanır. Mekân kullanımı, giriş çıkışlar ve diğer tüm detaylar… Ve artık sırada teknik öğeler vardır. Müzik kullanılacaksa müzikler, projeksiyon görüntüleri, video, yağmur, kar, sis gibi detayların planlamaları yapılır. Artık dekorlar hazırlanmakta, kostümler dikilmektedir. Oyun genel hatlarıyla hazır olmak üzeredir. Işık tasarımcısı oyunun bütün bu sürecinde hazırlığını yapmıştır ve artık kayıtlarını yapma vaktidir.

Bundan sonrası, o ana dek parçalar halinde çalışılmış sahnelerin ‘akış’ hâlinde birbiri ardına alınması, sahneye giriş-çıkışların netleşmesidir. Sona yaklaştıkça ekibin üzerindeki gerginlik de artar.  Sahnede birleşir, çoğalır; kuliste yalnızlaşırız. Neşeyle atılan kahkahalar, sohbetler, yemek molaları yerini yavaş yavaş sessizliklere ve herkesin kendi içinde çıktığı yolculuğa bırakır. Oyun sahnelenmeye başlamadan önce birkaç kez ‘genel prova’ yapılır. Artık terziler, kostüm giydiriciler ve perukacılar da salondadır. Saç modelleri ve makyajlar belirlenir. Genel prova her anlamda gerçek oyun gibidir. Suflöz sahne kenarında yerini alır, olası her tür aksaklığı görebilmek için gerçek oyun saatinde, gerçek işaretlerle başlar ve oynanır.

Ve perde!

İlk oyun günü – prömiyer- büyük gündür. Dökülen terler, uykusuz geçen geceler, yorgunluklar ve o büyük emek alkışlarla onurlandırılır. Sadece genç oyuncuların değil usta oyuncuların bile sahneye çıkmadan önce dizleri titrer ve hepsi de coşkulu alkışlara çocuklar gibi sevinir emin olun. Şimdi hemen bir tiyatro bileti daha satın almalı, bir kez daha bulunmalısınız fuayede. Bir de bütün bunların farkında olan bir seyirci olarak izlemelisiniz sizin için -evet, gerçekten sizin için!- hazırlanmış bir oyunu.

Yaşasın Tiyatro değil mi? Çok yaşasın!

“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayâl olarak kalırız. Görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hiranuş’la Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde…”

Haldun Taner/Sersem Kocanın Kurnaz Karısı/ Fasulyeciyan karakterinin tiradı.

 Demet Başkaya

, , , ,
Share
Share