SAA-1 / 001 Serçeler ve Bahçıvan Hasan Efendi
Serçeler dedik ya, serçeler en çok parkları sever bir de. Oralarda çok daha mesut ve rahattırlar. Bence serçe kuşları Necati Cumalı kadar Metin Eloğlu’nu da çok sevmişlerdir. Neden derseniz, cevabı Metin Eloğlu’nun babası Hasan Efendi’de saklı.
Bu maddeyi yazmaya oturduğum gün, serçelerin yavrulama zamanının başlangıcıymış.
Serçeler.
Bizim mahallede serçe değil serçe kuşu derdik onlara. Karga kuşu, şahin kuşu denmezdi, ama serçeyi tanımlamak için yanına mutlaka “kuş” getirmek gerekiyordu, çünkü yanlışlıkla melek sanılabilirlerdi.
Ayrıca sapanla sığırcık vurulabilirdi fakat kumruya taş atmak günah, serçeye ise hem günah hem de çok ayıptı.
Belki de bizim mahalleye biz doğmadan önce Necati Cumalı gelmiş ve bütün bunları herkese belletmişti. Çünkü onun da “Serçe Kuşu” isimli bir şiiri vardı ve ondan ürken serçe kuşu için şöyle demişti:
Sen hiç korkma serçe kuşu,
Suyunu rahat rahat iç,
Sıhhat afiyetle uç,
İnsanoğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi?
Bunlar hep Allah’ın işleri işte. Bilinmez.
Biz serçelerle çok mutluyduk.
Büyüyünce onlar hakkında okudum biraz. Mesela, yaz mevsimi boyunca 3-5 defa kuluçkaya yatarlarmış. Her defasında on gün kadar yumurta üzerinde kalırlarmış. Başlarına bir dert gelmezse 20-25 yıl yaşadıkları olurmuş.
Yani bizim evin alnı çatısına yuva yapanlarla, bildiğin beraber büyümüşüm.
Ha, bir de en büyük düşmanları, yırtıcı kuşlar, kediler ve sapanlı çocuklarmış!
Boşuna Necati Cumalı mahalle mahalle gezmemiş.
Sonra benim aklıma bir şey takıldı bu konuda. Aslında aklım sürekli karışıktır. Yani sadece bir şey değil, birbirine bağlı ya da gayet ilgisiz bir sürü ayrıntı çorbası içinde yüzerim.
Yani demem o ki, serçelerle ilgili kafam karıştı. Acaba Sait Faik’e “hişt hişt” diyenler de serçe kuşu olabilirler mi?
Gerçi hikâyesinde onların adını anmıyor.
“ Hişt hişt hişt, dedi.
(…) Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.
Yola indim. İstediği kadar hişt desin. İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.
Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.”
Üstelik, serçe kuşları “hişt hişt” demez. Ama Ada’nın kuşlarını bilmiyoruz.
Kuşları bilmediğim gibi, balık isimlerini de ezberleyemedim. Çünkü bizim Gördes Çayında bir tek nazlı, nazik çay balığı olurdu.
Bu cahilliğim yüzünden öykücü olamayacağımı biliyorum. Sait Abi öyle demiş zira: Balıkların isimlerini bilmeyen, hikâyeci olmayı unutsun!
Yıllar sonra en az Sait Abi kadar, hatta belki de ondan daha iyi, balıkları tanıyan başka birisini okudum.
“Ah buraya kışın gelmeliydi: Civarinalar tozu dumana katarken, bir yelken bezine bürünüp, yavru orkinosları, kaplan postlu, dört dikenli dıragonyaları beklemek… Hapı yutan kılıcın nazlı nazlı salınması, gitgide iflahtan kesilmesi… Siyah sarı al benekli minakoplar, taş balıkları isperkolar… Kadınca edalı kupesler…”
İşte böyle tüm edasıyla yazmış Metin Eloğlu.
Benim büyük yazarlarım arasındadır o.
Şair ve ressamlığıyla tanınır daha çok, ama harika –bence benzersiz– hikâyeleri de vardır.
Metin Eloğlu’nun benim için bir ilginç sosyal ayrıntısı da ilk şiirinin –yıl 1942 galiba– Kovan Dergisi’nde yayınlanması.
Kovan Dergisi, İzmir’de aynı adla kitapçısı ve yayınevi olan Besim Akımsar’ın emeğiyle çıkar. Besim Akımsar da dönemin iyi öykücüleri arasındadır. Mehmet Efendi Tuhaf Adamdır isimli bir kitabı var ama ben bulup okuyamadım, heyhat!
İşte edebiyata ilk adımını İzmir’de atan Metin Eloğlu aslında tam bir İstanbullu’dur. Yaşadığı Üsküdar’ı da harika anlatır metinlerinde.
Serçeler dedik ya, serçeler en çok parkları sever bir de. Oralarda çok daha mesut ve rahattırlar.
Bence serçe kuşları Necati Cumalı kadar Metin Eloğlu’nu da çok sevmişlerdir.
Neden derseniz, cevabı Metin Eloğlu’nun babası Hasan Efendi’de saklı.
Hasan Efendi, Boyabat’ın Perinçek köyünden çıkıp İstanbul’a gelmiş. Kendine uygun bir iş ararken, Osmanlı’nın son şehzadelerinden Yusuf İzzeddin Efendi’nin konağına bahçıvan olarak girmiş. Yaptığı işe o kadar âşık olmuş, o kadar sevilmiş ki, İstanbul Belediyesi Bahçeler Müdürlüğü’ne de alınmış.
Hasan Efendi’nin elinin değdiği parklar arasında Taksim (Gezi) Parkı da var.
Şimdi anladınız mı neden serçelerin ve güzel gözlü çocukların içi gidiyor orası için…
—
Hamiş: Metin Eloğlu’nun öyküleri Turgay Anar’ın büyük çabasıyla İstanbullu ismiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. Ama kitap tükenmiş. Hiçbir yerde bulunmuyor. Belki yayınevine serçeler için tweet atmak istersiniz: @YKYHaber