SAA-1 / 006 Aşk Tamtamları
Hikmet Feridun Es, çok gezen, çok bilen bir kişi olarak zaman zaman da çok şaşırmış. Biz de, şanslı okuyucular olarak Hikmet Feridun Es’i yeniden keşfetmenin hayreti ve mutluluğu içindeyiz.
Rahmetli babaannem, gece mektebinden yadigâr kalan sesli okumasıyla, uyumadan önce yastığının altındaki Evliya Çelebi’nin kitabını mutlaka birkaç sayfa devirir ve “Oğlum, gezen gül olmuş, gezmeyen kül olmuş,” derdi.
İşte, Hikmet Feridun Es de, soyadının hakkını verircesine, yaşlı gezegenimizin tozunu gezgin ayaklarından eksik etmemiş ve katmer katmer açmış sevgili bir vatandaşımızdır.
“Aziz okuyucularım, Yeryüzü’nü adım adım dolaştım. Japonya’dan Patagonya’ya, Pampa’lardan Tibet sınırlarına, Pasifik adalarından Hong Kong batakhanelerine kadar… Bütün bu seyahatlerimde gazetecilikten başka hiçbir işim gücüm yoktu. Derdim günüm mevzu avcılığından, garip şeyler peşinde koşmaktan ibaretti.” *
Hikmet Feridun, kendini yine en iyi kendi kelimeleriyle anlatabilmiş birisi. Gerçekten de meselesi av alanına dönmüş kitabındaki altı mutlak çizilen mevzu, kitabın alnına da kazımış zaten: Aşk!
“Umumi banyonun yolunu gösterdiler… Lâkin hamamın soyunacak yerine girince tepemden aşağıya bir kaynar kazan su boşaltılmış zannettim. Yanlışlıkla kadınlar kısmına girmişim! Hem de öyle bir kadınlar kısmı ki, burada herkes anadan doğma! Çırılçıplak! Palas pandıras ters yüz geri dönerken beni aşağıya kadar getiren kızlarla karşılaştım. Telâşıma hayretle bakıyorlardı. —Hamamın kadınlar kısmı, erkekler kısmı olur mu? Gidip yıkansanıza…” (s.11, Tokyo, Atami Hamamları)
Hikmet Feridun’un bu gibi durumlarda hep söylediği gibi: İnnallahemaassabirin!
Bir sonraki gezide, kahramanımız Yeni Gine’dedir.
Es, gündüzleri esrarlı ormanlarda izcileriyle gezerken; geceleri, yerlilerin anlattığı, “pambuk” denilen başıboş erkekleri yakalayıp afiyetle şehvetlerini doyuran o ihtiras nöbeti tutmuş kadınlardan uzak durur.
Ama gecenin bir vakti, misafir olduğu Avrupalı doktorun kapısı şiddetle çalınır ve bir gün önce ormanda düdük vermek suretiyle bahtiyar ettiği bir kabile reisinin ona getirdiği hediyeyi görür.
“Doktor, Tultul’un arkasında duran taze kakao cildi, göğsü büsbütün gerginleşmiş, iri siyah gözleriyle insanın tâ gözlerinin içine garip garip bakan kalın dudaklı bir genç kadını gösterdi ve ilave etti: –O da sizinki… … Bir düdüğe bir kadın! İnanılır şey değil. Ne âlâ memleket!” (s.17)
Hikmet Feridun’u bu dipsiz gezileri boyunca en çok etkileyen olayların başında, olmadık yerlerde bir Türk’le karşılaşması geliyormuş.
Mesela, Pakistan hükümetinin Bengal ormanlarında dolaşması için ona tahsis ettiği üç motorlu ve alev renkli tayyareyle yaptığı yolculuklardan birinde, onu karşılamaya yakışıklı bir adam gelir. Uçağın kapısını açar ve İstanbul Türkçe’siyle “Hoş geldiniz Feridun Bey,” der.
Osman Aykut isimli bu maceracıyı Hikmet Feridun büyük bir iştahla anlatır.
“Gençliği Seylan’da ve Hindistan’da geçmişti. En zengin mihracelerin en samimi dostu idi…Burma’da Rangoon şehrinde geniş ölçüde yakut ticareti yapmıştı. Singapur’da, Cava’da timsah avcılarını teşkilatlandırmış, büyük mikyasta timsah derisi işi yapmıştı. Kendisi de iyi bir timsah avcısı idi… Osman’ı İstanbul’dan böyle Hind’lere, Çinmaçin’lere, timsahların vıcır vıcır kaynaştığı nehir kıyılarına, okyanusların ötesine atan da büyük bir aşk macerası idi.” (s.21)
İnsan, memleket çizgi romancılarına kızmadan edemiyor. Neden zamanında Osman Aykut keşfedilmemiş ve biz Türkçe konuşan bir timsah avcısının maceralarını okuyamamışız acaba?
Feridun Es, Osman Aykut’un izini bir kez de Avustralya’da trajik bir şekilde bulur.
“Sonradan feci hakikati öğrendim. Osman Aykut, yeni imkânlar aramak için Avustralya’ya gelir. Yeni Gine’de gayet zengin timsah derisi olduğunu işitmişti. Lakin Sydney’de iki kere geçirdiği kalp krizinden sonra bir hastane köşesinde, hiç kimsesiz hayata gözlerini kapamıştı. Zavallı Osman! Dünyanın en renkli insanlarından biri idi.” (s.24)
Hikmet Feridun, karanlık orman köşelerinde bıkmadan dolaşırken sık sık, “vahşi âleme dönüp” garip hayatlar yaşayan Avrupalı erkeklerle de karşılaşır.
Onların medeniyete dair sarf ettikleri lafları, ilgiyle karışık şüpheyle dinler.
“Hakikî hürriyet ilk insan cemiyetindedir. Vahşettedir. Ben de tekrar asıl insan cemiyetine, yani vahşete değil hürriyete döndüm. Bu tarzda hareket edenlerden bazıları için bu sözler samimîdir. Fakat mühim bir kısmı için aynı lâkırdılar, ormanda yaptıkları sunturlu rezaletleri maskelemekten ibarettir.” (s.32)
Es, bu rezaletleri, hafif bir uyuz olma hissi de vererek anlatır.
Mesela, Yeni Gine’de büyük bir kabileye intisap etmiş ve kabile reisinin altı kızıyla beraber yaşayan, zevceleri de yalnız bundan ibaret olmayan ve dahi muz fidanlarının gölgesinde bütün gün yatıp, geceleri mango içkisiyle kafayı çeken “herifçioğlu” bunlardan birisidir.
Hikmet Feridun Es, çok gezen, çok bilen bir kişi olarak zaman zaman da çok şaşırmış.
Hele, Avustralya’nın henüz keşfedilmiş olan kabilelerine dair notları okuyup, çekilen fotoğrafları görünce “aman yarabbi!” demekten kendini alamamış.
“Hâlâ baltalarını taştan yontuyorlar… Bütün bu cehaletlerine rağmen hususî hayatlarına ait ne acayip fotoğraflar. Seksoloji profesörleri görse parmakları ağızlarında kalır ve Yeni Gine vahşileri bu profesörleri önlerine alıp her birini bu bahiste güldür güldür okutabilirler. Galiba topu, çarıksız seksoloji erkânı harpleri… Öldürdüğü av hayvanını kızartmayı akledemeyen insanlar böyle çeşit çeşit sevda usullerini nasıl keşfetmişler? Hayrettir doğrusu!” (s.86)
Biz de, şanslı okuyucular olarak Hikmet Feridun Es’i yeniden keşfetmenin hayreti ve mutluluğu içindeyiz.
Dünyayı gezip kül olmaktan kurtularak, gül olmuş bu seyyahımızı rahmetle anıyor ve aynı tamtamları duymayı Tanrı’nın bize nasip etmesini diliyoruz.
Âmin!
* Hikmet Feridun Es, Aşk Tamtamları, Çağlayan Yayınevi, Mart 1954, İstanbul