O kâşif duruşu
Kâşifleri hep sevmişimdir. Bilinmeyen ufuklara yelken açan; yeni topraklar, ülkeler, adalar keşfeden, hem bilinen dünyayı, hem kendi dünyalarını genişleten kişiler… Onlar, ebediyen yaşayacaklar; çünkü onlarda kâşif duruşu, kâşif ruhu var. Cesur, uçucu, kaçıcı, tertemiz bir ruhtur. Anlatmakla bitmez.
Kâşifleri hep sevmişimdir. Bilinmeyen ufuklara yelken açan; yeni topraklar, ülkeler, adalar keşfeden, hem bilinen dünyayı, hem kendi dünyalarını genişleten kişiler… Sömürgecilik amacıyla yola çıkan ya da yola çıktıktan sonra bulduğu hazineler yüzünden niyeti bozanları kastetmiyorum. Daha çok, çeşitli kurumların, bazen de kısmen hükümetlerin desteğiyle keşfetmek için yola koyulmuş insanlar var aklımda. Kimileri bu cesaretin faturasını vakitsiz ölümlerle ödemek zorunda kalmış çocukluk ve büyüklük kahramanlarım. Kaptan Grant’in aptal çocuklarını bile üç cilt boyunca izlemiştim.
En heyecanlısı, bir tür keşif girişiminin kısmen içinde yer almam oldu ama. 1980’lerin ilk yarısında Oxford Keşifler Tarihi bölümü mezunu Tim Severin, Argo adlı gemiyi Yunanistan’da özel olarak yaptırmış ve çeşitli mesleklerden hevesli İngilizler ve İrlandalılar’la oradan yola çıkmıştı. Iasson Yolculuğu’nu yapmak, Altın Post peşinde şimdiki Gürcistan’a giden Kral İasson’un izini sürmek için. Severin daha önce Avrupa’dan Amerika’ya küçük bir tekneyle, yolun yarısındaki bir adada mola vererek, iki yılda Brendan Yolculuğu’nu yapmıştı. Aziz Brendan’ın bu seyahatinden sonra sıra Sinbad Yolculuğu’na geldi. Gene uzun bir yol, hem de daha masraflı. Ne var ki bu sefer Umman Sultanı Kabus/Quaboos, maddi destekte bulundu. Sonra sıra İasson’a geldi. Amatörlerle dolu teknesinde, aynı zamanda ressam ve heykeltıraş olan Danimarkalı usta bir denizci vardı: Sakin, suskun Trondur Pattursson. Tim, bu yolculukları, özellikle Brendan Yolculuğu’nu o olmasa asla tamamlayamayacağını söylerdi. Son yolculukta teknede iki de National Geographic fotoğrafçısı vardı.
Milliyet muhabiri olarak onlarla İstanbul’dan Hopa’daki Sarp kapısına kadar gittim. Yolculuğu çeken BBC ekibine verilen özel izinle kapalı sınırdan geçtik. Gürcistan’a vize almayı beceremedim ama, hayatımda bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Hatta Tim bir istisna yaparak, kadınlara yasak olan tekneye, kısa süreyle de olsa girmeme izin verdi. Ben iskeleden geçemeyince, ailesi on yedi kuşaktır balıkçı olan İrlandalı Cormac, beni kucakladığı gibi küçük güverteye bıraktı. Motorları yoktu, o zaman olduğu gibi kürek ve yelkenle gidiyorlardı. Başlarına bu yüzden epeyce iş de açılmıştır. Tim Severin, efsanelerde, destanlarda mutlaka hakikat payı olduğuna inanan biriydi. Yolda efsaneye ait öyle çok şeye rastladık ki, artık ben de buna inanıyorum.
Peki, kâşifler nereden çıktı karşıma? Yves Berger ile John Berger’in incecik kitapları, Metis’ten çıkan Uçuşan Etekler Bir Ağıt (Flying Skirts An Elegy) aklımı başımdan aldığı için belki de. Küçücük, incecik bir kitap ama uzun süre unutmayacağımdan eminim. John ve oğlu Yves, sevgili varlıkları Beverly’yi (Bancroft), onun nasıl olduğunu, onsuz kendilerini nasıl yalnız hissettiklerini anlatıyorlar. John Berger adına, kırk yıllık sevgi dolu bir beraberliğin ardından çok zor kabul edilen bir ayrılık. Yves ise, annesi Londra’da açacağı sergiyi göremeyeceği için de hayıflanıyor.
Kitabın büyük bölümünü yazmış olan John Berger, bir yerinde karısı Beverly’yi anlatırken, “Birkaç gün önce geçmişten bir ruh davet etti beni,” diyor. Amy Johnson, 1930’da Londra’dan Avustralya’ya ilk kez tek başına uçan İngiliz pilot. “İkinizde de aynı beklenti dolu duruş vardı,” diye ekliyor. “Kâşifler.”
“Başınızı tutuşunuz. Önünüzde duran bir şeye dikkatle bakarken aynı anda onun ötesine gözlerinizi dikişiniz.” Ama kâşifliğin ruhu da burada saklı zaten. Amy Johnson bana, neredeyse adaşı, neredeyse aynı yıllarda yaşamış Amerikalı bir kadın pilotu hatırlattı. Müzede Bir Gece 2’deki (Night at the Museum 2) enerjisiyle, kontrolü elden bırakmama alışkanlığıyla, Berger’ın tarif ettiği kâşif duruşuyla bütün filme el koyan, Amy Davis’in oynadığı Amelia Earhart. Atlas Okyanusu’nu tek başına geçen ilk kadın pilot. Earhart 1937’de ölmüş, Jones ise 1941’de. Her ikisi de iddialı, uzun uçuşlar sırasında hayli kuşkulu şekilde düşmüş, kaybolmuşlar.
Ama ebediyen yaşayacaklar; çünkü onlarda kâşif duruşu, kâşif ruhu var. Cesur, uçucu, kaçıcı, tertemiz bir ruhtur. Anlatmakla bitmez. Öyleyse ileride hem onları, hem de emsalsiz John Berger’ı gene hatırlayalım.