SAA-1 / 014 Seçimler
“Devlet, burada resmi seçim yapılmadığını duyarsa önce benim gırtlağıma çöker. Siz bilemezsiniz ne kadar gaddardır o. Katil koca gibidir. Sevdiğini söylerken canınızı alır.”
Asansör’de seçim vardı.
Bizim mahallede iki seçim olurdu. Birisi resmi yani devlete gösterilen seçim. Yani sizin muhtar seçimi dediğiniz. Bunu sallayan olmaz. Zaten neredeyse seksen senedir hep Bakkal Nihat aday olur, sandıkta sadece üç oy çıkar. Biri geçersiz, ikisi de Nihat Amca’ya atılır. İki oydan birinin sahibi Bakkal olduğuna göre ikinci kime ait, sorusu hep tartışılır.
“Gizli sevgilisi var.”
“Alsancak’ta oturan uzaktan akrabası Rum Papaz kılık değiştirip geliyormuş.”
“Sandık başkanına rüşvet veriyor, her defasında o atıyor.”
“Rahmetli kedisi Fistan adına atıyor.”
“Devlet, bir sandıkta tek oy çıkmasına müsaade etmediği için İl Seçim Kurulu müdahale ediyor.”
Bunun gibi bin tür tevatür çıkardı her seçimde.
Ama sonuç değişmezdi. Kimsenin takmadığı, işinin de düşmediği muhtarlık seçiminin galibi Bakkal Nihat, seçim ertesinde lokma döktürürdü. Tireli lokma ustası bütün mahalleyi ve sokak köpeklerini doyuracak kadar hamuru kızgın yağa tek tek bırakırdı. Biz de SenSun gazozlarımız elde, beklerdik ziyafeti.
Kimse hayırlı olsun, demezdi.
Bakkal Nihat da bunu beklemezdi zaten. “Sizin için değil kendim için bu zahmete katlanıyorum. Devlet, burada resmi seçim yapılmadığını duyarsa önce benim gırtlağıma çöker. Siz bilemezsiniz ne kadar gaddardır o. Katil koca gibidir. Sevdiğini söylerken canınızı alır. Umurumda değilsiniz ama benim dükkânı yağmalarlar önce. Tabur tabur gelir resmiyet. Kepenklerimi kırarlar, un çuvallarımı akıntıya yuvarlarlar. Siz bilemezsiniz…”
İşte bunlar hep resmi seçime dair şeyler.
Bir de gayrıresmi seçimimiz olurdu bizim.
Kendi aramızda bir “Meydancı” seçerdik.
Meydancı dört sene mahalleyi öteki mahallelere karşı temsil ederdi. Bir arıza çıktığında –misal, yabancı güvercini çekti gençler ve arıza çıktı çıkacak– hemen devreye girerdi. Güçleri ölçer biçer, eğer biz kavgadan galip çıkacak gibiysek yol verir, “Yürüyün Ali aşkına!” diye ünlerdi. Bir denklik varsa ya da karşı taraf iyice kabadayıysa, müzakere masasına otururdu. Güvercini yekten vermek onursuzluk sayılırdı. O yüzden önce para karşılığı alışveriş konuşulurdu. Karşı taraf kendine iyice güveniyorsa, genelde olmadık para söylerdi. Ama onlar da işin olurundaysa, sembolik bir rakama mesele hallolurdu.
Benim hatırladığım bir olayda, iş çok uzadı. Meydancı (Şambalici) Ali Efendi idi o dönem. Ben de en genç meydancı azası seçilmiştim.
Çekilen bir çift güvercin karşılığında para istemiyorlardı. Arsadaki eski Ford’u işaret ettiler. Araba zaten hurda idi. En az otuz yıldır orada duruyordu.
Karşımızda en az otuz eli sopalı adam dikiliyordu.
Başlarındaki esmer abi, “Ya Ford’u bir kamyona sarar gideriz, ya da mahalleye dalarız,” dedi.
“Bu iş kolay olacak,” diye geçirdim içimden. “Veririz Ford’u, alırız güvercinleri. Sen sağ, ben selamet.”
Ama kazın ayağı öyle değilmiş.
Meydancı Ali Efendi, “Tamam gençler, bir aramızda bir görüşelim,” diye mırıldandı.
Esmer azman, “Olur abi. Biz mahallenin girişinde çadırları kuruyoruz. Size üç gün süre,” dedi.
Düşman kuvvetler derhal kamplarını hazırlamaya giriştiler. Biz mahalleye geri döndük. Millet etrafımızı sardı. Meydancı Ali Efendi şartlarını söyleyince bir uğultudur koptu. Kimisi benim gibi verelim gitsin’ciydi. Ama Meydancı kuralları öyle demiyordu. Özellikle mal sahibinin rızasının alınması mutlak şarttı.
Eski Ford, Arap Seniyam Teyze’ninmiş.
Bizzat kendisi Kadifekale gazinolarının namlı solistiyken, dostu Arnavut Şakir getirmiş arabayı, çekmiş önüne.
“Seniye, yollar sana kurban olsun. İzmir’in en güzel arabası senin artık. Yeter ki, bırak şu mesleği. Gel bizim eve. Yemek, bulaşık, çamaşır benim işim olsun,” demiş.
Seniyam Teyze, Şakir Abi ölene kadar bu işlere elini sürmemiş. İki çocukları olmuş. Arnavut Şakir evde çocuklara bakmış. Seniyam Teyze de Milli Kütüphane’de memuriyete girmiş. O çalışmış, Şakir Abi evi çekip çevirmiş rahmetli. Böyle mutlu mesut yaşamışlar.
Mevzu böyle derin olunca, Seniyam Teyze, “Canlar, kusura bakmayın. Ford’umun hatırası var. Elin hurdacısına veremem,” dedi.
Mahallede bazıları itiraz ettiler. “Şanımız var. İşin sonunda dayak var. Şu bunak kadını mı dinleyeceğiz,” falan dediler.
Ama gelenekler ortadaydı.
Meydancı Ali Efendi, yine âdetler gereği, tek başına düşmanın önüne çıktı.
“Gençler, kusura bakmayın, Ford’u veremiyoruz,” dedi ve çekti şambalici bıçağını.
Adamlar Ali Efendi’yi evire çevire dövdüler. Ama onlardan da iki kişi bacağından yaralandı. Birinin kötü damarına denk gelmiş bıçak. Adam topal kaldı.
Kuşu da alıp gittiler.
Meydancısı dayak yiyen mahalleye İzmir çapında yaptırımlar olur:
- Takımı iki sene mahalli lige katılamaz.
- Yine iki sene mahalle ahalisi Kemeraltı sinemalarında hep son koltuklara oturur.
- Kordon’da belirsiz bir süre sünnet konvoyu yapamaz.
- Yıllarca dalga dubara konusu olur.
Maalesef bunları yaşadık.
Bir sonraki seçimde beni Meydancı adayı gösterdiler.
Oylamadan önce kaçıp izimi kaybettirdim. Hâlâ eski mahalleme dönemiyorum.