Yanar döner, a-acaa-yipsin!
Tarkan’la tanışıp da onu sevmemek mümkün olmuyor. Sahnede izleyip beğenmemek de… Tam bir profesyonel olduğunu, dört dörtlük sahne performansları sunduğunu, boyuna uzatılıp duran bu son konser dizisiyle de kanıtladı.
Bir konser duyurusunda, “Tarkan’dan yeni bir rekor!” denmiş. “Harbiye’de art arda 9 konser veren Megastar’ın son konseri 14 Eylül’de”. Ben beşinci konsere gitmiştim. Gidecektim zaten de, diz durumları yüzünden Açık Hava’ya giriş çıkış zor oluyor. “Konserime gelmeyecek misin?” deyince, bu durumumu hatırlattım. “Arka kapıdan gel o zaman,” dedi. Yakınlarımız da Cuma akşamı oradan girip çıkacakmış. Peşlerine takıldım.
Bu benim ilk Tarkan konseri tecrübem değil. Daha önce de birkaç kez gitmiştim. Tarkan’ı çok önceden beri tanıyorum, o sorunlu dönemlerinin hemen ertesinden. Kendisiyle şahsen tanışmadan önce özel bir sempatim yoktu ama, önyargılı değilseniz eğer, tanışıp da onu sevmemek mümkün olmuyor. Sahnede izleyip beğenmemek de… Tam bir profesyonel olduğunu, dört dörtlük sahne performansları sunduğunu, boyuna uzatılıp duran bu son konser dizisiyle de kanıtladı. Yorulmadan, kendini esirgemeden, seyircisinin bütün beklentilerini karşılayan şovlar yapar, gene yaptı. Parçalarının, dinlendikçe daha da hoşa gitmek gibi bir özelliği var. Megastar olduğu konusunda hiç şüphe yok. Her şarkıcı hayatında “Şımarık” gibi sınırları aşmış bir başarısı olmasını ister.
Tanıştığımızda, “Acayipsin” döneminin hemen ötesindeydi diye hatırlıyorum. Kafamı taktığım, geçmişte kalmış ekose pantolonunu seviyordu; benim niye sevmediğimi ise anlamıyordu. Işıl ışıl gözlü bir uzaylı çocuktu. Her zaman olduğu gibi basınla, daha doğrusu magazin basınıyla aralarında anlaşmazlıklar vardı. Magazin basınının Tarkan’a karşı tutumu, “meyveli ağacı taşlarlar” özdeyişini de çoktan aşmıştır. Ne var ki, bu tavır onlara bir şey sağlamadı. Maksat hasıl olmadı yani; kötü günleri de, iyi günleri de layıkıyla yaşamayı bilen, karamsarlığa kapılmayan şarkıcı, yoluna devam etti.
Tarkan, iki kültürün çocuğudur. Gerçi bunun ezikliğini hissetmemiştir ama, ben gene de onun buradaki bazı insanlara “acayip” gelen tavırlarının kökeninde, ona gösterilen tepkilerin kaynağında bu ikiliğin yattığını düşünmüşümdür. Bir de farklılığının… Hem oralı, hem buralı. Ne oralı, ne buralı. Peter Pan gibi, diyarsız bir çocuk. Müziğin ise baştan beri aşinası, âşığı. Tanıdıklarımın içinde, Klasik Türk Müziği parçalarını en doğru söyleyenlerden biridir, hakkıyla icra eder. Üsküdar Musiki Cemiyeti eğitiminin de bunda payı var elbet.
Gelelim son konserlere, hele hele beşincisine. Eh, en iyi onu biliyorum ya. Kapıdan sağ-salim girdik. Starımızı hazırlığı sırasında gördük, şans diledik. Gerçi pek ihtiyacı yokmuş. Vaktiyle içeri geçmemizi tavsiye etti. Ne kadar isabetli bir tavsiye olduğunu ancak içeri geçince anladım. Kalabalıktan hoşlanmayan, hatta tırsan insanların elini ayağına dolayacak bir kalabalık vardı içeride. “Bu ne yahu?” dedim. Kızım, caz konserlerine alışkın olduğum için şaşırdığımı söyledi. Niyeymiş? Bir sürü de rock yıldızı izledim ben orada. Bu arada, Tarkan’ın grubunda cazcı arkadaşlar da vardı.
Ama böyle bir kalabalığa rastlamamıştım doğrusu. O kenardaki taştan geçerek yerimize oturmamız gerekiyordu. Azıcık da bir yerdi aslında. “Buradan geçemem, düşerim,” dedim. Güleryüzlü, iyi bir kadın, “Ben sizi düşürmem, destek olurum,” dedi. Elimden tutup yardım etti. Arkamı da Elif kolluyordu zaten. Yerime oturup can korkusunu silkeleyince, iyi kadının Demet Akbağ olduğunu fark edebildim.
Yukarıdaki bütün tariflerimin denk düştüğü, çok iyi bir konserdi. Ama o binlerce kişi –kaç binse artık– sırtıma çıkmıştı sanki. Kendimce, uçurumun kenarındaydım. Konseri çeken kameraman arada özür dileyerek ittiriyor, eniştem sakin olayım diye elimi tutuyor. Ben sakin olmasına olurum da, kramp olmuyor ki. Nedensiz kramp krizleriyle uğraşan bir zavallıyım. Bakıyorum bakıyorum, kramp girse ben buradan nasıl çıkarım? Aşağı atlayamam, yana yürüyemem. Neyse ki, bunları sadece ara ara düşündüm. Çünkü Tarkan, konseri sırasında başka bir şey düşünülmesine izin vermiyor pek.
Ama kramp da sabaha karşı intikamını aldı. Sağlam bir kramp krizi geçirdim, oysa ne vakittir unutmuştum onu. İlaç iyi geliyordu. Ama bir Tarkan konserinin sarsıcılığını da unutmuşum herhalde. Kas gevşetici aldım, bütün gün Leyla gibi dolaştım. Akşam Blondie’ye gidecek halim kalmamıştı. Anca Pazar öğlen sıralarında kendime geldim. Demek ki neymiş? Tarkan konserinden sonra iki günü boş bırakmak gerekiyormuş.
Bakalım diyorum, 14 Eylül’en sonraya da uzayacak mı konserler? Hiç şaşmam da, kendini her konserde harap edip 1,5-2 kilo veren sanatçı açısından endişeliyim. Olsun varsın, o kendini toplamanın bir yolunu bulur nasılsa.
Öyleyse hep birlikte söylüyoruz: Ah yanar döner, a-acaa-yipsin!