Enis Batur’un çantası
O’nun uzun bahislerini dinlerken ister istemez odaklanıyor ve kopamıyorsunuz. İlgi çekiyor, dikkati dağıtmıyor, söze nereden başlayıp nerede bitireceğini, nerede soluklanacağını biliyor. Fakat bu sırada, göz ya bu, takılıyor bir yere. Kulak Enis Batur’da olsa da, göz çantasına ilişiyor…
20 Eylül Cumartesi, İstanbul Bilgi Üniversite’sinde Enis Batur: İmgeyi Kazmak, Yazmak adlı atölye başladı. (“Atölye” doğru kelime mi; başlı başına bir “okul” da denebilir.) Santral kampüsüne programdaki saatten erken vardığımdan, bir süre dışarıda bekledim. Bir zaman sonra, elinde yüzeyi eprimiş kahverengi deri dosya çantası ve dudaklarının arasına kıstırdığı sigarasıyla Enis Batur geldi.
İsmini ilk ne zaman, nerede ve nasıl duyduğumu anımsamıyorum. Yalnız, okuduğum ilk kitabı, aynı zamanda Altıkırkbeş’in bastığı ilk eser olan Koma Provaları’ydı. (Hafızam beni yanıltmıyorsa 1989 ya da 1990 basımı olmalı; şimdi elbette sıfır nüshası bulunmuyor.)
Net hatırlıyorum: Yoldaydım, delicesine trafik vardı ve iki saat geçmiş olmasına rağmen otobüs İstanbul’dan çıkamamıştı. Şiirsel bir üslupla kaleme alınmış parçalardan oluşan Koma Provaları’nı, kulaklığımda dönüp duran bir şarkıyla soluksuz okumuştum –bitmemişti tabii, bazı kitaplar bitmez.
Zannediyorum, Enis Batur’un bendeki haline evriminin başlangıcı da tam bu âna denk geliyor. Sonra, kendime fırsat ve bütçe yaratabildikçe öteki kitaplarını edinmeye, okumaya, yazarı daha iyi tanımaya başladım. Kader bu ya, referansın kudretlisini de Ece Ayhan’dan aldım… Sivil Denemeler Kara’yı okurken, on yıllar evvel yazdığı bir yazıda Enis Batur’dan “gelecek adına umut vaat eden yeni bir yazar” olarak söz ediyordu.
Ezcümle, giderek büyüyen ve bir süre sonra şartsız bir hayranlığa uzanan bu süreç, beni Bilgi Üniversite’sindeki atölyeye (ya da okula) taşıdı.
Nihayet vakit gelip de Enis Batur içeriye girdiğinde, evvela çantasını koydu masaya. Kapağını açtı, içinden üzerine notlar alınmış birkaç kâğıt ile yakın gözlüğünü çıkardı. “Merhaba,” dedi.
Kendini tanıtmadı. Gerek yoktu çünkü. Son dönemde basılan kitaplarındaki özgeçmiş kısımlarına bakarsanız görürsünüz. “Enis Batur…” diye başlar ve devam eder: Şu, şu, şu kitaplarını yayına hazırlıyor. Bunu korkunç bir yanılgıyla egoizme yoranlar, sırf bu yüzden içlerinde yazara karşı bir önyargı yetiştirenler elbet vardır. Lakin ben öyle görmüyorum. Oralarda yazanlar, bizzat Enis Batur’un özgeçmişi. Hazırlamak, çalışmak, yazmak… ne derseniz.
“Okul”un ilk dersinde imgenin ele alınışı, güncel siyasi ve toplumsal meseleler üzerine yapılan anlatım ve yorumlamalarla başladı. Başlıca mesele şiddet, gelenekler, kimilerine göre ahlak ve vicdanen etik olmayan durumlara karşı sanatçının nerede durması gerektiği ve aslen bütün bunların sayısız imgenin sebep ve sonuçları demek olduğuydu. Çok şey konuşuldu, tartışıldı. Birçoğunun içinden çıkılamadı. Çünkü imge vardı… Özetlemek güç, gayem de bu değil.
Gayem Enis Batur’un çantasını anlatabilmek…
O’nun uzun bahislerini dinlerken ister istemez odaklanıyor ve kopamıyorsunuz. İlgi çekiyor, dikkati dağıtmıyor, söze nereden başlayıp nerede bitireceğini, nerede soluklanacağını biliyor. Fakat bu sırada, göz ya bu, takılıyor bir yere. Kulak Enis Batur’da olsa da, göz çantasına ilişiyor. Derinden düşünmeye başlıyorsunuz. Türlü şeyler kuruyorsunuz kafanızda. Bir öykü bile baş gösteriyor bir yerlerden.
Enis Batur’un çantasına başlı başına bir imge denebilir belki…
Kısa sürede birbirinden bağımsız bir sürü şeye işaret eden o çanta, Enis Batur’un dışarı çıkarttıklarından çok içeride kalanları merak ettiriyor bana. Hatta cumartesiyi tamamen aklımdan silip, satın aldığı o ilk günden bu yana içinde neleri taşıdığını düşünüyorum. Belki de, diyorum, Koma Provaları’nın taslağı bu çantanın içindeydi bir zaman. Son kurgusu Kitap Evi’ninki de…
Belki de son zamanlarda bu atölye vesilesiyle “imge”ye kafa yormamdan ötürü düşündüğüm deli saçması şeylerdir bütün bunlar, emin değilim. Kimbilir, bir zaman sonra, ne büyük aptallık edip bu yazıyı editöre göndermişim diyebilirim.
“Alt tarafı bir çanta yani, bu kadar abartmanın ne manası var?”
Var işte…
Anlatmak güç, ama o kahverengi çantanın içinde benim anlatmayı beceremediğim bir hikâye var…