Geldi çattı Filmekimi
Dedim ki, pek sevdiğim Filmekimi’nden birkaç filmin altını çizeyim sizin için. Tabii beğenmenin garantisi yok.
Bir seferinde Lake Tahoe / Tahoe Gölü diye bir filmi tavsiye edecek olmuştum da yedi ceddime tövbe ettim. İki adımda bir, biri yolumu kesip “Bu filmi niye önerdiniz?” diye soruyordu. İnsan bir şey diyemiyor. “Ben sevdim,” pek zayıf bir savunma gibi geliyor kulağa. Onun için de, “Ben seviyorum, ama siz sevmezseniz sorumluluk kabul etmem,” diye başlıyorum yazmaya. Bu arada, Anadolu yakasında oturanlara müjdeler olsun: Filmekimi filmlerini ilk kez Kadıköy’de, Rexx Sineması’nda izleyebilecekler.
Filmekimi’nde genelde en çok ilgiyi Cannes Film Festivali’nden gelen filmler çeker. Özellikle Altın Palmiye’li olanlar. Ama bu yıl Altın Palmiye bizimdi. Onun yerine, iki büyük rakibini izleyeceğiz. Mr. Turner / Bay Turner (Mike Leigh) ile Leviathan (Andrei Zvyagintsev). Yönetmenlerin ikisini de İstanbul Film Festivali kanalıyla tanıyoruz. Mr. Turner’da büyük ressam J.M.W. Turner’ı oynamak için iki yıl boyunca resim dersleri alan Timothy Spall, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu. Kadın oyuncu ödülü ise, David Cronenberg’in Hollywood hicvi Maps to the Stars / Yıldız Haritası’nın başrol oyuncusu Julianne Moore’a gitti. Bileklerinin hakkıyla…
Andrei Zvyagintev’i ilk filmi Dönüş’le tanımıştık. Bir polemik içeren, Kremlin’in tepkisini uyandırdığı söylenen filmi Leviathan, ülkesine En İyi Senaryo Ödülü’yle döndü. Münih’ten de En İyi Film Ödülü aldı. Cannes’ın hatırlı yönetmenlerinden, genellikle Ceylan ile başabaş mücadele eden Dardenne kardeşler, Jean-Pierre ve Luc’un son filmleri Deux Jours, Une Nuit / İki Gece, Bir Gün bu sefer Cannes’dan eli boş döndü, ama Sidney’de Büyük Ödül aldı. İşini kaybetmemek için arkadaşlarını alacakları primden vazgeçirmeye çalışan işçi Sandra rolünde, Oscar’lı Marion Cotillard çok iyi.
Afrika sinemasının büyük isimlerinden Abderrahmane Sissako’nun Ekümenik Jüri Ödül’lü Timbuktu’su, Mali’nin kuzeyindeki birçok ailenin yaşamının, şeriat yasaları geçerli kılınıp futbol, gülmek ve müzik yasaklanınca nasıl çöktüğünü anlatıyor. Benim en merak ettiklerimden biri ise, Kornél Mundruczó’nin Feher Isten / Beyaz Tanrı’sı. Macaristan’ın Oscar adayı olan, Cannes’da da Belirli Bir Bakış Ödülü alan film, bir köpek isyanını anlatıyor. Köpekler, “Köpek Palmiyesi” ödülüne layık görüldü.
Cannes’ın belki de en ilgi çekici ödülü biri genç, biri yaşlı iki yönetmene paylaştırılan Jüri Ödülü’ydü. Yaşlı olanı, çok sevip saydığımız, Yeni Dalga’nın en parlak yıldızlarından Jean-Luc Godard. İlk Cannes ödülünü almış yönetmeni pek severiz. Adieu au langage / Dile Veda ile katılan 83 yaşındaki ustanın ödül ortağına gelince, şahsen ben, 25 yaşındaki Xavier Dolan’ı hiç sevmem. Ama Altın Palmiye’li ilk kadın yönetmen olan Jüri Başkanı Jane Campion, onun bir dahi olduğunu düşünüyor; editörüm de aynı fikirde sanki. Dolan’ın yüzünü mutlaka hatırlarsınız, çünkü filmlerinde –bu film hariç– kendi oynamaya bayılıyor. Bir önceki filmi Tom à la ferme / Tom Çiftlikte, 33. İstanbul Film Festivali’nde Radikal Halk Ödülü’nü kazanmıştı. Kanadalı yönetmenin Mommy’sinde ilk filmi J’ai tué ma mère / Annemi Öldürdüm’ün da başrol oyuncusu olan Anne Dorval var. Mommy, Kanada’nın Oscar adayı.
Bir tek Cannes mı? Hayır, Filmekimi’nde taze bitmiş Venedik Festivali’nden de filmler var. Biri, adı sık sık Ingmar Bergman ile anılan İsveçli yönetmen Roy Andersson’un imzasını taşıyan Altın Aslan ödüllü En duva satt på en gren och funderade på tillvaron / İnsanları Seyreden Güvercin. Başlıca karakterleri, Don Kişot ve Sanço Panza’yı hatırlatan iki gezgin satıcı. Genç Kaan Müjdeci’nin Sivas’ının ana yarışmada ödül –Jüri Özel Ödülü– almış ilk Türk film olduğu Venedik’ten, Güney Koreli Kim Ki-duk’un da bol cinayetli bir filmi geldi: Il-dae-il / One On One. Bir başka Güney Koreli yönetmen, Kim Seong-hun’un Kkeutkkaji Ganda / A Hard Day / Mezara Kadar’ı ile birlikte Filmekimi’nde.
Filmleri sık sık tartışılan, hatta olay yaratabilen Abel Ferrara ise bu kez iki filmiyle karşımızda olacak: Pasolini ve Welcome to New York / New York’a Hoş Geldiniz. İlkinde Willem Dafoe, benzersiz İtalyan şair/yönetmen Pasolini’yi oynuyor. İkinci filmin oyuncusu, muhteşem bir performans sunan Gérard Depardieu. Aktör, ulusların kaderinde söz sahibi olan ama cinsel arzularını bastıramayan bir adamı oynuyor. Filmin, 2011’de New York’ta tecavüzle suçlanan İMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’dan esinlenmesi, kıyametin kopmasına yol açtı. Klasik bir Ferrara durumu!
İstanbul Film Festivali ile Filmekimi’nin kıymetli yönetmenlerinden bazıları da gene karşımızda. Özellikle gençlerin sevdiği Gregg Araki (onu da sevmem, ama genç olmasıyla ilgisi yok), White Bird in a Blizzard / Karda Bir Beyaz Kuş’ta birbirlerine çok yakın bir anne kızın hikâyesini anlatmış. Çok sevdiğimiz Tony Gatlif, Fransa’nın güneyinde, Ağustos sıcağında bir Türk kız, çingene sevgilisiyle kaçınca çıkan sorunları anlatıyor. Kendine mahsus üslubu ve müziğiyle. Ken Loach ise Jimmy’s Hall / Özgürlük Dansı’nda, 1930’lu yılların Kızıl Korku’sunda İrlanda’dan ihraç edilen siyasi eylemci Jimmy Gralton’ın hikâyesini aktarmış. Aktris/yönetmen Liv Ullmann, Miss Julie’de bir August Strindberg uyarlaması sunmuş. 1890’larda İngiliz-İrlandalı asil bir kız, babasının hizmetkârını baştan çıkarıyor. Zhang Yimou’nun Fui Lai / Eve Dönüş’ü, Kültür Devrimi sırasında zorunlu çalışma kampına gönderilen ve döndüğünde karısının onu tanımadığını gören bir siyasi mahkûm üzerine. Cliff Eastwood’u özleyenler, The Four Seasons’u kuran gençlerin hikâyesi Jersey Boys ile hasret giderebilir. Ve elbette, Richard Linklater’ın 165 dakikalık filmi Boyhood / Çocukluk var. Mason’ın 5 yaşından 18 yaşına kadar gerçekten büyümesini izliyoruz.
Kısa filmlerle, özellikle şehirleri anlatmak son yıllarda moda oldu. Filmekimi’nde de bu tanıma uyan üç film var. İlki, Rio, I Love You / Seni Seviyorum, Rio. Eleştirmenlere göre en iyi kısımlar, Guillermo Arriaga ve Fernando Meirelles’in imzasını taşıyanlar. Yönetmenleri arasında ilk filmini çeken aktris Mia Waikowska’nın da yer aldığı The Turning / Dönüş, Tim Winton’ın bir kısa hikâye koleksiyonu üzerine kurulu. Prömiyerini Melburn Film Festivali’nde yaptı. Bridges of Sarajevo / Saraybosna’nın Köprüleri’nin çok sayıda yönetmeni arasında Jean-Luc Godard da yer alıyor. Toplam 13 Avrupalı yönetmen, Saraybosna’nın son yüz yıl içinde Avrupa tarihinde neyi temsil ettiğini araştırmış.
Biz her ihtimale karşı söyleyelim: Her ne kusurumuz/eksiğimiz olduysa, affola!