SAA-1 / 039 Yanağımdan Öptü
B. daha dün genç, güzel bir kadındı. Şimdi de öyle, ama öfkeli artık. Mahalleli istemiyor onu. Erkekler ona dayanamıyormuş!
B.’nin ardından birisi tencere attı galiba.
Galiba diyorum, çünkü yere çarpınca çıkardığı sesten anladım.
Tam o sırada ben de terastaydım ve soğan cücüklerini suluyordum. Eskici geçiyordu mahalleden. Soğan verip mandal mı alsam diye içimden geçirip korkuluklara doğru eğilmiştim ki, B.’yi gördüm.
Uzun kara saçlarını omuzlarına bırakmış, elleri montunun cebinde yürüyordu. Bu yükseklikten bile güzelliğinin yerdeki gölgesini fark ediyordum.
Bana baksa da gülümsesem, diye içimden geçirdim.
“Allah belanı versin, kaltak!”
İşte o sesin ardından, karşı apartmanın penceresinden parlak bir şeyi B.’ye fırlattı kadının biri.
B. iki adım geri sıçradı. Ellerini ceplerinden çıkardı. Önce o pencereye sonra bana baktı.
“Lan, peyderpey yakacağım bu sokağı inşallah!” dedi.
Döndü arkasını gitti.
Gitmeseydi keşke. Hüzünlendim. Bir tabure çektim altıma, yeşil soğanlara bakıp şarkı söyledim. Hayat ne hızlı akıyordu. Daha dün yumru idiler. Boy verip uzamaya başladılar gözümün önünde. B. daha dün genç, güzel bir kadındı. Şimdi de öyle, ama öfkeli artık. Mahalleli istemiyor onu. Erkekler ona dayanamıyormuş!
“Allah yaksın senin gibi mahalleyi,” dedim.
Mutfağa geri yürüdüm. Eşiği geçmiştim ki, soluğum içimde kalacaktı az daha. Elinde babaannemin hacı kupası, su içiyor.
“Sen nasıl girdin içeri?” dedim.
“Maymuncuk var bende.”
“E, çalsaydın kapıyı keşke.”
“Alır mıydın beni içeri?”
“Tabii.”
“Sen deli misin? İstenmeyen kişi ilan edildim ben. Yakarsın kendini.”
Gittim ben de su doldurdum kendime. Dedem öyle derdi, “Büyük konuşmadan önce mutlaka bir bardak su iç kana kana.”
Konuşmama fırsat vermedi.
“Sana bir teklifim var,” dedi. “Bir süre sende kalayım. Hiç pencereye, terasa çıkmam. Parmak ucumu bile göstermem, merak etme…”
“E?”
“Ne demek e?”
“Yani anlaşma dedin de.”
“İşte sen beni saklayacaksın, bu kadar; ama istersen para da veririm. Yani Bakkal Nihat’ın bodrumunda çelik bir kasa var. Onu açar, içindekileri getiririm sana.”
“Aman yok yok, istemem. Kabul. Sen istediğin kadar kal bende.”
“Ya, salak mısın sen? Çok parası var diyorum. Seni de tanıyor üstelik. Laflama bahanesiyle dükkâna gireceksin. Çaktırmadan bodrumun ışığını açacaksın. Ben arkadaki küçük pencereden sızarım oraya. Tek istediğim ışığın açık olması.”
Büyük hırsızdı lafa gelince –yetenekli de sayılırdı aslında– ama karanlıktan korkuyordu işte.
“Tamam,” dedim. “Ama önce ben biraz nefes alayım. Bunalttın beni iyice.”
Çıktım evden.
Ne yapacaktım bununla, başımda fakirlik yokmuş gibi bir bela daha vermişti Allah.
Sokakta yürürken Bakkal Nihat yoldan çevirdi beni. İte kaka dükkâna soktu.
“Bak, biliyorum o kadın senin evde,” dedi. “Sakın bir delilik yapıp ona uyma. Bizim içimize bir şeytan gibi girdi. Evet, çok güzel, çok alımlı, bir damla su gibi berrak. Doğru, bunları kabul ediyorum. Bazen dükkânın önünden geçerken içeri bakıyor, içimin yağları eriyor. Kokusu tam buraya kadar (mermer tezgâha parmağıyla hayali bir nokta koyduğu yere) geliyor; ama kabul edelim ki, çok tehlikeli. Bazen içim kabarıyor, şeytan uy bana diyor, çık git arkasından.”
O anda gözüm Bakkal Nihat’ın arkasındaki elektrik anahtarına takıldı. Bodrumun ışığı açıktı.
“Abi,” dedim.
“Dur kesme lafımı. Ben…”
“Abi, bodrumun ışığı…”
“Sus diyorum sana. Ben iradesiz birisi değilim. Üstelik bu kadının nasıl bir saatli bomba olduğunu da biliyorum. Mahallenin birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu şu günlerde…”
Konuş, konuş da belanı bul diye geçirdim içimden.
Çektim bir tabure oturdum. “Peki, abicim, ne yapmak lazım bu işe?” dedim.
Uzun uzun anlattı. Bir yumruk gibi bir arada olmamız çok mühimmiş. İçimize saplanan kıymıklara karşı elimiz de armut toplamıyormuş bu arada.
“Siyah Fötrlüler’e katıl sen de. Haftada bir toplanıyoruz. İdman, atış talimi falan.”
İçimden gaz döküp yakmak geldi dükkânı.
“Ya selamet!” diye kalktım. “Ben az soluklanayım da dediklerini düşüneyim abi,” dedim.
Çıkarken koluma yapıştı.
“Bu işi boşlama. O kızı da evinde tut bir süre. Dediklerine kulak asma, sakın yakınlaşayım falan da deme; ama kovma da. Biz uygun bir anda kapını çalarız senin. Anladın?”
“Tamam,” deyip çıktım. Arka sokaklardan dolaşıp koşar adım eve döndüm.
Mutfaktaydı.
“Yumurta kırdım, yer misin?” dedi.
“Yumurta mı? Evde yoktu ki!”
“Canım, Bakkal Nihat bodrum serin diye yumurta kolilerini indirmiş. Üç, beş aldım işte,” dedi.
“Anam! Patlattın mı kasayı.”
Ellerini beze sildi. Cebinden bir tomar para çıkardı.
“Yani tahmin ettiğimden azmış. Bankaya yatırıyor artık galiba,” dedi. “Bu, senin payın.”
Yumurta nefisti çünkü aynı yerde tereyağı da varmış.
B. hava kararınca gitti.
Yanağımdan da kocaman öptü ama.
—