Tahammül yazıları

Tahammül yazıları

Mehmet Erkurt
18 Şubat 2015

Bugün bambaşka bir konu için oturacaktık oysa yazı başına. Duyarlılığı ses olup satırlarından yankıyan bir yazarı, Tezer Özlü’yü, ölümünün 29. yılında anacaktık. Hayal ettiğimiz gibi olamadı.

Geçen hafta bugün, yine benzeri bir yağış vardı. Kardan kara yazmak olsa, güzel. En fazla yollarda kalır, düşüp de bacağını kıranların yanında ambulans bekler, ara ara dükkânlara uğrar, işine vaktinde yetişemez, seni merak edenlerin telefonlarına cevap verir, aksak yürüyüşünü sürdürürsün –muhtemelen yürürsün, çünkü metrobüs bile tıkanır kalır yolda. Tuz yetmez, pus bitmez.

Ama bunların hiçbiri tahammül konusu değil. Kendine ve çevrendekilere dikkat etmeye öncelik verdin mi karlı yollarda, ritmini de ona göre ayarlayıp “o âna” konsantre oldun mu, öfke potansiyelini de iç cebine atıverdin mi, kendini de kurtarırsın başkalarını da. Taşıdığın farkındalık ve duyarlılık nimet-laneti oranında, sokaklarda yaşayanlar düşer aklına. Bir önceki gece, onlar için metronun gece açılıp açılmadığını öğrenmeye çalışmadığını fark edip kendine kızarsın. Evi ısınmayanları, mültecileri, insanın insan halinden gayrı yaşamlarını düşünüp kahrolursun sana rağmen konuşan insanlığında; ama bunu dile getirdiğinde, sana bile çiğ gelir kendi sesin, harflerin. “Bu konuda ne yapabildin?” sorusu, “farkında oldum”dan fazla bir cevapla buluşmaz.

Bir de acıdan acıya harf dökmek vardır. Mesleğin, üretimin ne üzerine olursa olsun, sana kimliğini, adını, canlılar dünyasında hangi türü temsil ettiğini unutturacak olaylara şahit olduğunda, tıkanır, ne diyeceğini bilemeden kalakalırsın. Hele ki bu acı olaylar, insanın anlamsız şiddet eğilimi sonucu gerçekleşiyorsa. İşte onlar, tahammül yazılarıdır. Yaşama tahammül etmek için yazarsın, okumak da ayrı tahammül gerektirir.

Nuh Köklü dün öldürüldü. O haberle uyuyamadık gece. İnsan bir gazeteci, insanca çarpan bir yürek, mağdurun yanında olmak için çalışanlardan biriydi. İdealleri yüzünden mi öldü? Araştırdığı bir haber, adaletsizlikle geçinen büyükbaşlardan birinin işine çomak mı sokmuştu? Yok. Öyle değil. Kartopu oynuyordu Nuh. Evet, arkadaşlarıyla. Elindeki kartopu vitrinlerden birine gelmiş. Yok, cam kırılıp da bir tarafına sıçramamış da, vitrin sahibi öldürmüş Nuh’u. He ya, öyle olmuş.

Bir de geçenlerde Özgecan Aslan “erkekçe” bir şekilde öldürüldü. Türkiye sallandı, az bile sallandı. Tecavüzü takiben, hem nefsimüdafayı engellemek hem de mağduru susturmak isteyen katil tarafından öldürüldü. Yetmedi, cesedin ortadan kalkması gerekti. Yaktılar onu baba-oğul-hunhar dost. Şimdi mahkemeleri sürüyor. Avukat bulundu bir şekilde. “Önce o bana saldırdı,” diyecek kadar kibirli er-katil, mahkeme salonundan selfie çekecek kadar da pişkin. Adalet, kadınla simgelendiğinden mi ne, korkutmuyor onu. Bir gün çok fena korkutacak diye bekliyoruz. Ama adaletin kendi diliyle. “İdam”a sarılan ölçüsüz, öngörüsüz er-sesle değil.

Gün hâlâ aymaya çalışıyor. Bu kadar karı ve sisi, ona çok görmek ne mümkün.

**

Bugün bambaşka bir konu için oturacaktık oysa yazı başına. Duyarlılığı ses olup satırlarından yankıyan bir yazarı, Tezer Özlü’yü, ölümünün 29. yılında anacaktık. Hayal ettiğimiz gibi olamadı.

42 yaşında dünyaya veda eden, algıları ve duygulanımlarıyla hırpalanmış bir ruhun ölüm yıldönümüdür 18 Şubat. Küçük, büyük, ileri yaşta tüm genç yüreklere dokunan Özlü’yü, bugün bir şeyler yazdığımız zaman içimizde taşımamak mümkün değil. Bugün olan bitene üzülürken, insana ve topluma bakarken, sanatı konu etmeye çalışırken, edebiyat üzerine bir şeyler söylemeyi düşlerken, Tezer Özlü’nün nelere nasıl hüzünlediğini anlamak hiç zor değil.

Dupduru satırlarında Kafka’dan, Pavese’den söz edişleri; festivaller ve sinema üzerine Milliyet Sanat’ta çıkmış yazıları; film yönetmenleri ve yazarlarla söyleşileri, kadınları anlatışı; Berlin’i, Avrupa’yı, sokakları Zweig’ın hüznüyle arşınlayışı; çevirileri, mektupları, Leylâ Erbil’le ve Ferit Edgü’yle yazışmaları, anlatıları, denemeleri, öyküleriyle bir “tahammül işçisi” olmuş Tezer Özlü. Yine de onun tahammül yazılarını ve “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” verdiği mücadeleyi satırlarından solumak, o kadar da büyük bir tahammül konusu değil. Diyorum ya, duru yazmış Özlü, duyurmak ve apaçık anlatmak istemiş içindekileri. Ayrıca yabancı değiliz söylediklerine. Çok yol almamış insanlığımız. Almaz da daha.

Bugün eserlerinin derlenip yayına hazırlanmasından, Almanca kaleme aldığı yazıların Türkçe’ye çevrilmesine kadar, Tezer Özlü külliyatının bize ulaşmasında büyük bir çaba gösteren, sevgili ablası, çevirmen, yazar Sezer Duru’ya özel bir teşekkürle bitirmek istiyorum bu yazıyı.

Kar hâlâ yağıyor. Yürümek daha çetrefil belki. Yine de yürümeye değer.

 

, , , , , , , , , , , ,
Share
Share