Çiko gerçeği arıyor
Kitabın en başında Müge İplikçi’den bir dede sözü var: “Büyüklerin bütün öyküleri hemen hemen birbirine benzer kızım. Gerçeğin üzerine bir bardak soğuk su içersin.” Yazar bu kısa ama yoğun kitapta, o suyu içmemekten yana taraf almış.
Müge İplikçi’nin kitabı Saklambaç’ı ilk okuduğumda, Bunca kabul edilemez bir olay, böylesine acı bir gerçek nasıl böyle doğal anlatılır diye hayran kalmıştım. Aradan zaman geçti diye bir daha okudum. Teşhis doğru, hayranlık baki.
Kitap, ellerinde şekerlerle düğün konağına dönen iki çocukla başlıyor. Konak önce mermilerle delik deşik, sonra da yerle bir oluyor. Her yerde askerlerin ayak sesleri… Küçük Sami ile amcasının torunu Ergin şaşkın şaşkın bakarken, Ahmet Amca onları aldığı gibi kaçırıyor. Bir de, onlara yol gösteren ve sadece Sami’nin gördüğü vaşak var.
Sonra birden Funda’nın ya da Çiko’nun hayatına dahil oluyoruz çünkü Sami onun dedesi. Funda kötü bir pazar günü geçiriyor, yirmilik dişi de bateri ritmiyle vurup duruyor. Zaten çift dikişle gittiği okulda edebiyat dersinde başı derde girmiş. Bir hafta önce okunan kitap, Bir Kadın Savaş Pilotunun Anıları üzerine bir kompozisyon yazarken, aklına dedesinin bu konuda anlattıkları gelmiş. Yarı kendinde yarı değilken, o gece tepelerine bombalar yağdıran bir kadın pilot hakkında anlattıkları. Hem de herkesten saklayıp bir tek ona anlattıkları. Yazıvermiş. Hoca, “Büyük Ülke Büyük Ülkü” projesinin başdanışmanı, Çiko’nun babası Adnan’ın arkadaşı, Başmuavin İhsan Tozkoparan. Kıyamet kopmuş tabii.
Ama zaten evde sürekli kıyamet kopuyor. Babası dediğim dedik, annesi söylense de gene ona boyun eğen bir kadın. Fazla kiloları ve erkek Fatma görünümü yüzünden Zagor hayranı arkadaşları Nedim’in ona taktığı adla Çiko’nun canı burnunda. Tek tesellisi yazdığı şiirler ile makyöz annesi ve şişko Van kedisi Kapris’le yaşayan arkadaşı Juju. Yakında, komşu, Tozkoparan’ın apartmanının müştemilatında. Juju ömürdür, kafa dengidir, sabahlara kadar oturup herkesle kafa bulurlar, internet’e girerler. Birlikte olunca keyifleri yerindedir.
Ancak Çiko malum kompozisyon yüzünden, babasının hatırına rağmen bir hafta uzaklaştırma yiyince, Adnan Bey’in aklına parlak bir fikir gelir. Antalya’da oturan uzak akrabası Sıdıka Abla’nın yanına gidecektir Çiko. Bir haftalığına, üstelik para da alacaktır. Sıdıka Abla babayı henüz aramış da, kendini iyi hissetmiyormuş da. Arsa işleri varmış, bir zahmet…
Çiko cesaretle direnir. Gitmemeye kararlıdır. Evin “adalet dağıtan ejderhası” bastırsa da. Bir şey de hatırlamıştır. Dedesinin ona söylediği bir şey. O gece Ahmet Amca’sının onları götürdüğü mağaradakiler arasında annesinin teyze kızıyla onun iki kızı da varmış: Sıdıka ile Şermin. Güzel kızlarmış. Gerçi mağarada herkes ölmüş ama onların, en azından Sıdıka’nın kurtulduğu, hepsini bombalayan askeri pilot kadın tarafından evlat edinildiği söylenirmiş. Öylesine bir laf işte.
Ya da değil.
Tatsız bir olayın ardından birlikte Antalya’ya kaçmak zorunda kalan Juju ile Çiko’nun başına çok komik şeyler de gelir. Şelale diye bir televizyon ilahesinin “haydi eller havaya” türünden yarışma programına katılırlar. Oraya sadece Juju’nun annesinden para istemek için gitmişlerdir ama, bir anda pek sevilen bu programda yarışmacı oluvermişlerdir. Juju da Sıdıka Hanım’ın eski bir resminden ilhamla, annesinde de olan aynı mavi tayyörü giymiş, makyajla tıpkı bu uzak akrabaya benzemiştir. Sıdıka Kaprisoğlu ve yeğeni Çiko olarak yarışmaya katılırlar. Yirmilik diş ise yılmaz, baterisini çalar durur.
Kitabın en başında Müge İplikçi’den bir dede sözü var: “Büyüklerin bütün öyküleri hemen hemen birbirine benzer kızım. Gerçeğin üzerine bir bardak soğuk su içersin.” Yazar bu kısa ama yoğun kitapta, o suyu içmemekten yana taraf almış. Gerçek nedir? sorusunu cevaplamak istemiş. “Resmi tarih ve bu tarihle oluşturulan tarih algımız” mı, “medya aracılığıyla oluşturulan algı” mı, yoksa Sami Dede’nin Çiko’ya anlattıkları mı? O adı verilmeyen yerde, belli olmayan tarihteki kâbus sahiden yaşanmış mı? Her şeyi yerle bir edenler, herkesi öldürenler, kurtulan çocukları sahiden evlat edinmiş mi? O kadar incelikle anlatılmış bir hikâye ki, ‘Kürt’ sözü bile bir kez, evlat edinilen ve okula verilen küçük Sami onun ana dili olmayan yabancı dille boğuşurken geçiyor. Kendisi de bir manevi evlat olan pilot kadının bile adı geçmiyor. Eh, öyle ya, dede ne dediyse o.
Kitaba Sami ile başlıyoruz demiştim. Sonra Funda/Çiko ile ikisi sırayla anlatıyorlar hikâyelerini. Sadece yarışma bölümünde sazı eline Çiko alıyor. Doğrusu da bu. Çünkü bu programın gerçekle hiç ilgisi yok, gerçekle hiçbir bağ kurmuyor. Çünkü burada her şey yalan. Dedesinin, saklanan gerçeği, “Anlatacak hiçbir şeyim yok,” diye sıkı sıkı kendine saklaması gibi, yalanı ister istemez benimsemesi gibi. Neyse ki, Funda dürüst bir kız ve gerçekle karşılaşmaktan korkmuyor.
Funda çok sağlam bir karakter, Juju ile muhabbetlerine de doyum olmuyor. Karşı köşede Tozkoparan ve Adnan var. Severek okuyacaksınız, ama bence sonunda aklınızda en çok kalan Sami olacak: Elinde şekerlerle düğün konağına dönen çocuk.
—