SAA-1 / 046 Hissikablelvuku Yemenisi
Münire Abla sokakta önümü kesti.
“Hu, gözün aydın!” dedi.
“Hayırdır?”
“Aşkolsun sana vallahi. Ablandan saklıyorsun böyle şeyleri…”
“Ne olmuş abla?”
Elleriyle ağzını kapattı önce.
“Boyun devrilmesin senin! İnsan bu iyi haberi koşa koşa yetiştirir. Sen hâlâ bilmezden geliyorsun.”
Döndü, hızlı adımlarla şıpıdık terliklerini konuşturarak uzaklaştı.
Öyle bakakaldım arkasından.
Hasbinallah, gerçekten. Ne oluyordu bu kadına böyle sabah sabah?
Karnım nasıl da gurulduyordu.
Pişici Halil dedemin ilk çıraklarından biriydi. Elbet bir çaresini bulurdu derdimin. Yolumu yokuşlara çevirdim. Halil Rıfat’a doğru yürüdüm.
Halil Abi dükkânın camından gördü beni. “Gel,” dedi eliyle.
Önüme koca bir tabak koydu, kenarında bir tutam mis gibi maydanoz duruyordu. Yanına da ayran açtı.
“Eh, artık birikmiş hesapları da ödersin,” dedi.
Buz gibi oldu içim bir anda. Lokma ağzımda büyüdü, değirmen taşı kadar oldu.
“Şaka ediyorum yahu,” dedi Pişici Halil. “Ne hesabı! Sen benim kardeşim sayılırsın. Hani işin olmuş ya artık. Onun için şey etmiştim…”
Elimdeki çatalı bırakıp kalktım.
“Ne işi Halil Abi?”
“Senin haberin yok mu?”
Derin bir iç çektim. Dizlerim de sızlamaya başlamıştı artık.
“Yahu, ne bileyim,” dedi Halil, “sabah Arap Hatçam Teyze kapıdan söyledi. ‘Bizim çocuğa iş bulduk sonunda,’ dedi.”
Pişinin kalanını ağzıma atıp, dükkândan son hız çıktım. Koşa koşa mahalleye vardım, Hatçam Teyze’nin kapısına yollandım.
Eşikte nefes nefese olduğumu görünce içeri girdi, Altın Damla kolonya şişesiyle döndü. Bir güzel bileklerimi ovdu.
“Evladım biliyor musun, dün sabah kuşluk vakti uyandım, gözlerimi tavana diktim. Badana fırçalarının izlerine baktım uzun uzun. O şekillerin kimisini bizim rahmetlinin yüzüne benzettim. Kıranta* adamdı. Boylu boslu, kapı gibiydi. Gülümsüyordu sanki bana. Bir başkasında da ellerini yüzüne dayamış ağlıyor gibiydi. Ya hayır, deyip kalktım. Çay koydum ocağa, ekmekleri dizdim mangala…”
“Hatçam Teyze,” dedim, “benim iş ne olacak?”
Ellerini beline dayadı.
“Ayol, ben iş bulma kurumu muyum?.. İşte, tam o anda içime doğdu. Bu çocuk yakında iş bulacak, dedim kendi kendime.”
“Ha, yani bu kadar.”
Ben öyle deyince iyice sinirlendi.
“Sen Arap Hatçe’nin hislerini hafife mi alıyorsun ha!” diye parladı.
“Yok, Hatçam Teyze de, yani…”
İçeri girdi yine. Elinde, püskülleri sırmadan al yemenisiyle döndü. Boynuma bağladı.
“Bunu bir müddet çıkarma. Çok kuvvetlidir,” dedi.
Ondan sonraki günlerde, boynumda Arap Hatçam Teyze’nin hissikablelvuku yemenisiyle gezdim.
Beni gören saygıyla selam veriyor, hatırımı soruyordu. Kahvede en güzel masayı –denize bakan Karataş tarafını– bana veriyorlardı. Kahvemi şekersiz içiyordum ve elbette köpüğü boldu.
Arnavut manavdan filemi dolduruyordum; sonra Bayramyeri’ndeki ot pazarında da Arap Hatçam Teyze’nin itibarı büyüktü. Ne istesem gülerek veriyorlardı. Berber Kâzım da sinekkaydıdan sonra beni Kilise Sokağı’ndaki balıkçılara yollamıştı. Al yemeniyi gören Rum tezgâhtarlar ne vereceğini şaşırıyordu bana.
Sadece Bakkal Nihat beni yanaştırmıyordu.
“Yürü git, seni gidi ambar faresi!” diye birkaç kere beni peynir tenekesinin etrafından kovmuştu.
Fakat mesut anlar geçicidir hayatta.
Bir sabah uyandım ki, boynumdaki yemeni sır olmuş. Uçup gitmiş.
“Eh, olsun,” dedim kendi kendime. “Epey bir iş sahibi yaptı beni…”
—
*Her yaşta bakımlı, özenli erkek.