Dijitalleşen nedir?

Dijitalleşen nedir?

Mehmet Erkurt
15 Nisan 2015

Şu anahtar soru, panelin başından sonuna bizimleydi: “Edebiyatın dijital yolculuğu diyoruz ama… gerçekte dijitalleşen ne?” Bu soruyu önemli kılan, yayıncılıktaki dijitalleşmenin, edebiyatın önüne konmuş bir bent ya da olumsuz bir transformatör gibi algılanması.

Bugün, aslında bambaşka bir şeyden, geride ciddi yankılar bırakmış iki kayıptan söz etmenin günüydü: Günter Grass ve Eduardo Galeano. Biri Almanya’dan, diğeri Uruguay’dan, farklı kıtalardan yakın vicdanlara konuşmuş iki yazar, 13 Nisan günü, sanki gizlice sözleşmiş gibi, “gitme zamanıdır” dediler. Öncesinde muzipçe göz kırpmışlar mıdır dünyaya ve birbirlerine, düşünmeden edemiyorum. Kimimize bir selam çaktılar, o kesin.

Ölüm ve veda bazen zaman ister. Üzerine düşünmeyi, acele cümleler kurmamayı. Önce veda edip, aradaki mesafeyi biçare hesaplamaya çalışıp; dünün naklen sesinin yerini, bugüne kalmış yankıların almasını bekleyip, öyle öyle bir şeyler söylemeyi. Bugünkü düzen ve hız bunu romantik bulur muhtemelen, ama insancıl olanın sabitlediği noktalara tutunmak iyidir bazen. Belki birkaç cümle de bizden çıkar haftaya bugün(lerde).

Gün iki vedayla duraklayıp dalgalanmadan önce, geride bıraktığımız pazar gününe dair yazdıklarımın sonuna geliyordum. Dinleyici ve konuşmacı olarak katıldığımız bir panelde, “dijital yayıncılık” ve “edebiyat” ilişkisi üzerine biraz daha konuşmamızın gerekli olduğunu görmüş ve konuyu bu haftaya taşımaya karar vermiştik. İzninizle, o şekilde devam edelim.

E-kitap konusunun yükselişe geçtiği son beş yılda, edebiyat’ın dijital’le anılışında da büyük artış oldu. Hoş, e-kitaba gerek yoktu ya bunun için; internet üzerinde yayıncılığın ve ekran okurluğunun artmasıyla, “dijital edebiyat” ve/veya “dijitalleşen edebiyat” tamlamaları zaten belli bir yaygınlık kazanmıştı.

İthal edilmiş çeviri kalıpların acele kullanımında yaşadığımız sorundur bu. “Gençlik edebiyatı”nın yaşadığı kavramsal sorun ve soruşturmaları, edebiyat ve dijital dünya bağlantısında da görüyoruz şimdi. “Edebiyatın genci ve yaşlısı mı olurmuş?” şeklinde peydah olan ve cevabı itirazına kakılmış soru, işbu bağlamda “Edebiyatın dijitali mi olurmuş?”a aktarıyor kendini. Anlam çarpıklığına bağlı yönler benzemekle birlikte, temel bir fark var ikisi arasında: İlkinde (gençlik edebiyatı’nda) ifade doğru, ama ona yüklenen anlam yanlış; bunda ise (dijital ya da dijitalleşen edebiyat’ta) tamlamanın kuruluşu baştan yanlış. Gençlik edebiyatı bir tür olarak anlaşılamadı ve “gencin okuduğu edebiyat”, “gence yazılan edebiyat”, “gencin yazdığı edebiyat”, “genç içerikli edebiyat” gibi ya aşırı pazarlama kokan ya da edebiyatın doğasına aykırı, muğlak anlamlara indirgendi. “Dijital edebiyat” ya da “dijitalleşen edebiyat”ta ise, edebiyatın esasında geçirmediği bir dönüşüm, tam da özüne dokunmuş gibi yansıtılıyor.

Şimdi, o meşum soru işaretlerini yavaşça yere bırakıp, tekrar doğrulurken derin bir nefes alalım: Edebiyatın dijitalleştiği yok aslında. 0’lar ve 1’lerle kimse bir şey yapamaz ona. Dijitalleşen şey sadece yayın tekniği, yani mecra. Buna bağlı olarak da, okurluğun davranışsal biçimi. O da kısmen. Tabletten kâğıda, kâğıttan tablete… Diyeceksiniz, bu kadar basit mi yani? Elbette değil, bin tane konu var elde konuşulabilecek; gerek yayıncılık “mesleği”, gerek yazarın “telif hakları”, gerekse okurluğun “biçimsel evrimi” açısından. Ama hiçbiri, edebiyatın özündeki bir dönüşüme işaret etmiyor.

12 Nisan Pazar günü, Kadıköy Belediyesi’nin Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi’nde düzenlediği “Edebiyatın Dijital Yolculuğu” adlı panelde konuşmacıydık. Egoistokur’un sahibi, gazeteci Gülenay Börekçi ve Keçi Edebiyat e-dergisinin editörü Halil Türkden’le, edebiyatın ve edebiyattan söz edişlerin ekran pratiğine vurmuş hali üzerine söyleştik. Elif Hopyar ve Jale Kaymaz’ın ev sahipliğinde, bu yıl 50. yaşını kutlayan Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi’nde, keyifli bir buluşmaydı. Kişisel ya da kurumsal blog kullanımı, (e-)dergi yayıncılığı ve edebiyata ilişkin başlıkların internette ele alınışı üzerine yaptığımız sohbette, Halil Türkden’in Tanzimat’tan Sabahattin Ali’ye, Sabahattin Ali’den de bugüne uzanan dergicilik pratiğine ilişkin çizdiği özet panoramayı, Gülenay Börekçi’nin kültür ve sanat gazeteciliğini sürdürürken niçin kişisel bir blog başlatma ihtiyacı duyduğu ve “kişisel” başlayan blog macerasının neye evrildiğine ilişkin görüşleri izledi. Elbette ON8 Blog’un nasıl doğduğu, yer yer ON8 kitaplarının –ve aslında bir yayınevi olduğumuz gerçeğinin– önüne nasıl geçtiği; Bedo’nun Mevzumuz Derin’e uzanan serüveni, Ahmet Büke’nin “Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi”yle dinçleşen pazartesiler, genç kalem Ece İrem Dinç’le başlayan mitos denemelerinin kaynadığı “Düş Kazanı” ve tabii ki Sevin Okyay’ın, Türkiye’nin en çalışkan okuru, dinleyicisi ve izleyicisinin “Zamanlı Zamansız”da yazdığı keyifli paylaşımlardan söz ettik.

Elbette şu anahtar soru, panelin başından sonuna bizimleydi: “Edebiyatın dijital yolculuğu diyoruz ama… gerçekte dijitalleşen ne?” Bu soruyu önemli kılan, yayıncılıktaki dijitalleşmenin, edebiyatın önüne konmuş bir bent ya da olumsuz bir transformatör gibi algılanması. “Kâğıt bitiyor, kitap bitiyor, basılı yayın bitiyor,” gibi epey aceleci bir “bitiş” kehanetinin beş yıl önce dile gelip, edebiyata da sirayet ediyormuşçasına bir kaygıya dönüştürülmesi. Bu gibi dönüşümleri tabii ki geleceğe ilişkin “olası” senaryolar dahilinde konuşmak, tartışmak yararlı ve olumluyken; bunu “tek durum” olarak görüp, durumun sahip olduğuu dar çaptaki değişim dahilinde tek yönlü bir bakışla konuyu ele alıp; metnin, yazılı içeriğin insanlara “ulaşma” aşamasında belki daha demokratik bir bağlama geçmekte olduğunu görememek de, meseledeki en ciddi zaaf.

Değişimler ürkütücüdür. Özellikle de ilk işaretleri vermeye başladıklarında. İnsan bazen öncelikli olmayan yerlere takılır, bunu da pek fark etmez. Normaldir bu, o değişimi her yönüyle kavramak belli bir zaman ister. Öyle ki, bazen o değişimin vaat ettiği biçimde gerçekleşmeyeceğini bile anlarız o zaman geçince. Galiba, biz o zamanı geçirmiş olmalıyız artık. Edebiyat yayıncılığının sektör olamadığını, çünkü edebiyat okurluğunun belli bir çoğunluğa ulaşamadığını bugün de bilirken, şu klasik ve öncelikli “okurluk” ve “okurluğun artması” konularından kopmasak iyi olur. Metnin, içeriğin, yazının insana ulaşmasında, dijital tekniklerin bir yardımı olacak mı? İnsanların yazıyla ve yazının derinliğinde bir kavrayışla hayata katılma potansiyelleri, bazı metinleri ekranda da gördükleri için canlanacak mı?

Sanki bu soru(n)lar üzerine düşünmek, bizi daha anlamlı ve verimli çalışmalara yöneltecek…

 

, , , , , , , , , , , , , , , , ,
Share
Share