Yaşamak ve yaşatmak uğruna!
Unutmanın sonuna daha çok var. Ve unutma lüksümüz olan bir dünya için uzun bir yol var önümüzde.
Daha 15-16 yaşlarında falandım. Benden on yaş büyük ağabeyim, dershane çıkışına beni almaya gelmişti. Issız bir ikindi saatindeydik ve dershaneden eve giden yol bomboştu. Hem de günlerden 31 Aralık’tı. Yani akşam evde yılbaşı kutlanacak ve eş dost, ağabey kardeş üç beş lirasına tombala oynayacaktık. Meyve soyarak, bahçemize yeni dilekler ve umutlar ekerek ve “kızma birader” oynayarak girecektik yeni yıla.
Dershaneden eve giden yolun ıssızlığı garip gelmemişti. Karasal ilişkilerin kol gezdiği, hiçbir eldivenin ve berenin kış ayazından sizi koruyamayacağı havalar vardır o kasabalarda. Hani eliniz yolda yürürken demire ya da ağaca çarpsa donmaya meyilli soğuk teniniz uzun uzun acır ya, öyle bir hava işte.
Önce dizkapaklarımıza vurdular… Ellerindeki sopalarla, o yaşlarda anlayamadığım sağlı sollu dünyaların gireceği yeni yıl gecesini, 31 Aralık’ımızı kararttılar. Gerisini aradan on yıl geçse de, otuz yıl geçse de hatırlamayacağım. Hatırladığımı anlatmayacağım. Bildim ki, şiddetin getirdiği her ne ise, evet her ne ise, hiçkimseye bir şey kazandırmadı. Şiddetin ve savaşın kazananı hiç mi hiç olmadı. Şiddet uygulayanı, boyun eğeni, susanı, bıçaklanan bir kadını manşetlere taşıyanların şiddeti yeniden ve yeniden ürettiğini gözlerimle gördüm. Görmenin anlamaya yetmediğini, anlamak için tek yol olmadığını da…
Çünkü ben elimde karneyle eve geldiğim bir gün, babamın anneme yumruklar savurduğunu da gördüm. Hayat arkadaşına vurduğu yumruk sonrası, babama “hayvan” diye bağırdığımı gördüm, küçük erkek dünyamda. Baktım etrafa, baktım ve gördüm ki, kediler, köpekler, tavuklar, kuşlar… Bahçemizde onca merakıyla büyüyen bir kedi, Zeyno… Daha ben doğmadan gelmiş yerleşmiş o eve. Hiçbir hayvanın erkeğinin dişisine onu döverek üstünlük sağladığını görmedim. Sakın ha… Dişisine vuran erkeğe hayvan demek bile yanlış. Hayvanlar biliyorlar mı onları neyle itham ettiğimizi? 400 koltuk için din, dil, ırk bilmeden savaşlar çıkarıldığını biliyorlar mı?
Bilirim ki, acının, utancın, şiddetin, kötülüğün ve savaşın gerçekliğini, çürüklüğünü hissetmekten korkmayanlar o resimlere bakmadan da hissedebilir gerçekte ne olduğunu. Ve ki, anlayabilir insan kilometrelerce ötede, daha otuz beş günlük bir bebenin gözlerinin açık gidişini, büyüdüğünde kendi dilini konuşamayacağı bir dünyada koşuşturacağını, daha düşlerini gerçekleştirmek için onca yaş yaşayacak gencecik erin bir karış toprak uğruna evine ateş düşüreceğini…
İnsan konuşamadığı dilde de, acı çekmeyi bilmeli. O dilde utanmayı, o dilde âşık olmayı, o dilde sevişmeyi ve beraber ölmeyi bilmeli. Ama hayır, bakın İda’nın güzel adamı Sabahattin Ali ne demişti: “Hayatta hiçbir şey uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır.”
Her şey yaşamak ve yaşatmak uğruna olmalı!