Yüreğinin yerini bilirdi…
Kırk yıldır basın camiasının içinde yer alan biri olarak, Sennur’u şairliğinden de önce düzeltmenliğiyle, ayrıca yanlış bulduğu fikirleri sözlü olarak da düzeltmesiyle tanıdım. Bir kısmı kulaktan dolma, bir kısmı tanık olma şeklinde. Şairdi, bir yazarın eşiydi. Eşi de düzeltmendi. Babıali’nin edebiyat dolu yıllarıydı. Daha sonra bir başka vesileyle tanıdım. Her iki kardeşi de ayrı ayrı arkadaşımdı. Sema’lara sık sık uğrardım, Aynur ise çok sevdiğim bir mesai arkadaşımdı. O da düzeltmendi. Sennur’un çocukları Ayşe ve Ahmet ise, eh, onlar da arkadaşımdı desem yanlış olmaz. Eniştesi ise sinema dünyasının içindeydi. Belki de farklı isimlerle yazdığı senaryoların bir kısmını ona yazmıştır. “Buruk Acı” hikâyesini aşağıda yazacağım.
Sennur’un arkasından yazanlar, özellikle de genç arkadaşları, tecrübesiyle bilgisini hiç duraksamadan aktardığı arkadaşlar, onun azarlarından muhabbetle söz ediyor. Asıl korkutucu olan azarların kendisi değil, onu daha önceden tanıyan arkadaşların tehditleri: “Sennur abla gelince görürsün.” Azar korkutucu değil, çünkü Sennur biraz sonra azarladığı o gence kalbini açar, gönlünü alırdı. Eşi, ardından yaptığı konuşmada, “Yüreğinin yerini bilen insanlardan biriydi,” demiş. Elhak öyleydi.
1943’te Eskişehir’de doğmuştu. Annesi evde okumayı öğrettiğinden olsa gerek, ilkokula ikinci sınıftan başladı. İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenimini yarıda bırakıp Taşkızak Tersanesi’nde ikmal ve muhasebe memuru olarak işe girdi. Taşkızak’ın onun üzerinde büyük etkisi oldu. Yirmi yıl önce Evrensel Gazetesi’nde kendini tanıttığı yazı “Ben Sennur Sezer”de (o köşede yazarları tanıtırdı hep),
“Düşlediğim eğitim dalının gerektirdiği para, lisenin bana artık verecek bir şeyi kalmadığına inanç, para kazanırsam daha özgür olabileceğim kanısı, bu kararda rol oynadı. Ailemle bunları tartışamazdım,” demiş. Sonuna kadar Türkiye sosyalist hareketinin ve işçi sınıfı mücadelesinin içinde yer almasında, mutlaka Taşkızak yıllarının payı vardır. Sennur Sezer, gençliğinde burada çalışırken giriştiği politik mücadeleyi, hayatının sonuna kadar sürdürdü.
1965 yılında Varlık Yayınları’na girdi, düzeltmen olarak. İki yıl sonra genç yazar Adnan Özyalçıner ile evlendi. 1982 yılına kadar çeşitli yayınevlerinde ve ansiklopedilerde düzeltmenlik, metin yazarlığı yaptı. Gerçek ve müstear isimle, özellikle Yeşilçam’a çok sayıda senaryo ve şarkı sözü yazdı. Bunlardan biri de, “Buruk Acı”ydı. Evet, hani şu “Gurbet içimde bir ok, her şey bana yabancı, / Hayat öyle bir han ki, acı içinde hancı.” diye başlayan… Teoman Alpay’ın bestesiyle, Yeşilçam’ın en bilinen şarkılarından biri olmuştu. Daha sonra, aynı adlı romanın yazarı Adnan Özyalçıner, şarkının sözlerinin de eşine ait olduğunu açıkladı.
Şiir ve yazıları Varlık, Yeditepe, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, Hürriyet Gazetesi Avrupa baskısı, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki, Elele, Beaute adlı dergi ve gazetelerde yayımlandı. Bunları Evrensel ve Cumhuriyet gazeteleri ile Radikal Kitap, Varlık, Evrensel Kültür dergileri izledi. Bu yıl ise, Tudem Edebiyat Ödülleri jürisindeydi. Habib Bektaş, Şeref Bilsel, Betül Avunç ve Zarife Biliz ile birlikte yarışmaya katılan eserleri değerlendirmişlerdi.
Aldığı pek çok ödülün birinden, Evrensel’deki yazısında tevazu ile şöyle söz ediyor: “1980’de şiir ve yazılarımda kadın haklarını savunduğum için 8 Mart ödüllerinden birini aldım.” Doğan Hızlan ise, “Kimi yazarlar, kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluluğunun şiirini yazıyor,” diye anlatırdı onu.
Doğrudur, hem kadınların, hem emekçilerin haklarını korumuştur, hepsi adına mücadele etmiştir Sezer. Adnan Özyalçıner, veda konuşmasında “Sennur bir şairdi,” demiş. “Şiir yüklü, yaşam yüklü, sevgi ve ümit yüklü bir defter kaldı ondan geriye. İnsan hakları, kadın hakları, işçi hakları savunucusuydu. Savunucumuz gitti.”
Yazmanın herkes için bir kendini ifade biçimi olduğunu, on altı yaşlarındayken anladığını söyleyen Sennur Sezer, yüreğinin yerini de o sıralar öğrenmiş olsa gerek. “Size kendimi, konuşmalarımda yaptığım gibi bir şiirimle de tanımlayabilirdim:” diye yazmış. “Evliyim / İki çocukluyum / Ozanım /… / İnsanın insandan korkmasına karşıyım / İşte bunun için / Yazıp / Altına imza attıklarım.”
İlk şiiri, o lise sıralarındayken 1958’de, Sanat Dünyası dergisinde yayımlanmıştı. İlk şiir kitabı Gecekondu ise 1964’te. “Çalışan bir kadının, bir kadın işçinin günlüğü sayılabilir şiirlerim,” diyor. Şiirin yanı sıra çocuk kitapları, denemeler, inceleme-araştırmalar, anlatılar ve antolojiler var. Kimisi, Özyalçıner ile birlikte.
Siz çocuk değilsiniz ama, “Çocuklarımdır, bütün çocukları dünyanın,” diyen bir kadını, anneyi, şairi tanımak istersiniz diye düşündüm. Gene de noktamızı Adnan Özyalçıner’in veda konuşmasıyla koyalım:
“Sevgilim, sen benim her şeyimdin. Karım, sevgilim, annem, elim ayağımdın. Şimdi elim ayağım koptu.” Evet, bağrına bastığı ama arada bir de silkelediği bütün genç arkadaşlarında aynı öksüzlük duygusu yaşar şimdi.