SAA-2 / 003 Zalımsın Yaşamak
Yaz zalimdir efendiler!
Yurt koridorları terlik sesimle çınlıyordu.
Mavi beyaz bir tokyo ayağımda. Gevrek gevrek sarıyor tabanımı. Her adımda benimle. Tokyomu seviyorum. Yaz konusunda emin değilim. Benim gibi “yüzyıllık yalnızlık” fıtratında birisi için bile fazla geliyor. Yurdun serin duvarlarına şükür edemiyorum. O derece sarıyor boğazımı.
Ama bazen, yani çok aşağıya doğru düştüğümde birden silkinirim ben. İçimdeki yaşamak kurdu başlar kıvranmaya.
O sabah da öyle oldu. Tokyolarımı çıkarıp, bizim katın banyolarından küçük mutfağına doğru koşturmaya başladım. Karşı duvara dokunup hızla öteki duvara dönüyor, fırlıyordum. Kahkahalarıma Bay Douglas çıktı. Gözleri çapak çapaktı. Güzellik uykusundan uyanmış gibiydi.
“Günaydın Kirk,” dedim yanından geçerken.
“Bana soyadımla hitap et!” dedi geri döndüğümde.
“Douglas, kilo mu aldın abi sen?” dedim.
“Allah belanı versin, hem gürültü yapıyorsun hem de şer gibisin,” dedi.
Giderken ben: “Ferdi Abi ölmüştür inşallah bu sabah.”
Dönerken Douglas: “Kötüler ölmez bilmiyor musun?”
G.b.: “O zaman birlikte öldürelim mi, Ferdi Abi’yi?”
D.D.: “Abi, dediğin birisini öldürmek istiyorsun ha?”
G.b.: “Bence çok mutlu oluruz sonra.”
D.D.: “Neden, benimle evlenecek misin Ferdi gidince?”
G.b.: “Abi, amma şakacısın ha, heh heh…”
D.D.: “Abla deseydin, düşünürdüm bak.”
Zınk, durdum.
“Sen, sen?”
“Evet,” dedi, “ben dişiyim geri zekâlı.”
“Ama ismin Kirk Douglas,” dedim.
“Çünkü Ferdi koydu ismimi. En sevdiği artistmiş.”
“Ama neden buna izin verdin ki, bir fare kendi ismini kendi bulmalı. Öyle değil mi?”
“Öyle değil. Bir fare için insan ismine sahip olmak aşağılayıcı, tiksinç hatta, fakat mecburdum.”
Douglas’ı kucağıma aldım. Hayli şişmandı ve kötü kokuyordu. Bizim odaya değil, yandaki Adanalılar’ın odasına girdik. Odamı yeni havalandırmıştım çünkü. Pencere kenarındaki yatağın üzerine koydum onu. Ben de üst ranzaya çıktım. Gözlerimi yumdum. Dinledim.
“Sene 1979.”
Böyle başladı hikâyesine.
O zamanlar yurt, sağcıların işgali altındaymış. Karşıdaki Tütüncüler Bankası da şehrin en meşhur çorbacısıymış.
“Ben oraya kayıtlıydım işte. En güzeli, paça çorbasıydı. Enfes sarımsaklı ve hafif yanık meyanesi bugün bile zihnimde kayıtlı. Çok mutluydum. Geniş bir aileydik. Dedeler, neneler, halalar, amcalar öyle yaşıyorduk. Yemek boldu. Kemik ve artık boldu. Allah cennetlerinden birine koymuştu sanki bizi. Dükkân sahibi de gayet pasaklı bir adamdı. Bizimle hiç ilgilenmezdi. Ortalıkta fazla görünmeyin yeter, derdi. Lakin hayat bir bayram değildir. Yaşamanın, hele mutlu yaşamanın faturası hızla çıkar. Çorbacının hınca hınç dolu olduğu bir gece içeriye bomba attılar. Müthiş bir sarsıntıyla savrulduk, ardından yangın çıktı ve sokak dar olduğu için itfaiye gelemedi. Ölenler, parçalananlar, yanan fareler, helak olan dizi dizi kuzu kelleler. Mahşerdi her yan. Bizim türden bir ben sağ kalmıştım, ama yarı yarıya yanıktı vücudum. Ferdi, olay yerine polislerle birlikte geldi. Bir kasap kâğıdına sardı beni. Usulca cebine koydu. Sonra bir amirin yanına gitti, bombayı solcular attı, dedi. Zabıt tutturdu. Eve döndük. Günlerce baktı bana. Ağzında çiğnediği yumurta sarısıyla besledi. Diş macunuyla yanıklarımı iyi etti. Böyle böyle hayatta kaldım işte.”
“Sonra isim mi verdi sana?”
“Aynen öyle. İtiraz hakkım olamazdı. Sustum tabii. Sonra birlikte birkaç yer daha bombaladık. Askeriye gelince işimiz azaldı. Şimdi de bu yurttayız işte.”
“Vay be,” dedim, “ne hikâye!”
Sen devletin güzel adamı Ferdi, şimdi düş buralara, öğrenci yurdunda bekçi ol. Hayat işte.
Aklımdan geçeni anladı galiba Bayan Douglas.
“Böyle düşünme,” dedi. “Her görev kutsaldır. Ayrıca bilemeyiz bir bekçiliğin ne kadar derin olduğunu. Devlet insanı, buzdağı gibidir.”
Sonra Douglas’la beraber bir güfte yazdık.
Devlet insani, devlet insani,
Hani bunun ilk sahibi
Huzuru tesis edersin
Gözlerini süzersin
Ülkemizi seversin
İsyanı ezersin
Katsayını seversin
Douglas beste işine de girişmişti ki, anons duyuldu.
“407’den Kadir, 407’den Kadir… Derhal danışmaya in!”
Tokyolarımla şıpıdık şıpıdık koştum. Merdivenleri aştım.
“Buyur abi,” dedim.
Ferdi Abi bu efendiliğimi beğenmişti.
Gülümseyerek, “Aferin!” dedi.
“Hemen hazırlan. Ayağındaki o saçma sapan şeyleri çıkart. Düzgün bir ayakkabı giy. Tütüncüler Bankası’na keşfe gideceğiz.”
“Neden abi?” dedim.
“Hemen de salaklaşıyorsun sen. Bu işin kuralı budur. Eylem yapacağın yeri önce bir gözden geçirirsin. Girişi, çıkışı, güvenliği, kamerası nerede falan, bütün detaylara bakarsın.”
“Derhal abi,” dedim.
Yukarı çıktığımda gördüm ki, Douglas Adanalı çocukların bütün yataklarına pislemiş. Odaya almadığım için kendimle gurur duydum.
Hızla giyindim.
Devlet sağcılığına ısınıyordum galiba.
Yaz zalimdir ama ben de yaşamak zorundayım işte.