SAA-2 / 001 Bir Dağ, Bir Deniz, Bir Dağ
Önümde bir dağ vardı. Kalktım yürüdüm.
Ben kendimi bildim bileli duruyor o dağ. Her zaman hazır ve güçlü. Damar damar kömür var içinde. Üzerinde gül ağaçları, ladinler. Kendimi bildim bileli doğrulup yerimden, üzerine yürüyorum. Geçiyorum dağımı.
O yaz sabahı erkenden kalktım. Yurt boşalmıştı. Efendiler, yazları yurt boşalır! Herkes evine gider. Ana ocağına, baba yanına. Biz kalırız: Ferdi Abi, Kirk Douglas ve ben.
Takdim edeyim.
Ferdi, bekçi. Bıyıklı. Bileği güçlü.
“Kadir lan,” diyor bazen bana. “Bir fikrim var, çok para kazanacağız.”
Kadir lan, derken gelip beni uyandırıyor tabii. Odaya çıkıyor. Ranzanın alt yatağı benim. Usulca sandalyeyi çekiyor yanıma. Sonra hızla sarsıyor omuzumu.
Doğruluyorum.
“Ne yapacağız abi?”
“Şu karşıdaki Tütüncüler Bankası var ya?”
“Var abi.”
“İşte oranın kasasını patlatacağız.”
“Nasıl olacak o iş?”
“Çamaşırhaneden gireceğiz toprağa. Tünel açacağız. Adımladım, tam 55 metre var. Yaz yeni başladı. Eylül’e kadar yarısını hallederiz.”
“Ferdi Abi, gerisi ne olacak?”
“Kalanını da ertesi sene kazacağız. Ben her türlü alet edevatı, ilişkiyi, kaynağı, levyeyi ayarlayacağım.”
Hafif çevirdim başımı, tavana baktım. Gözlerimi kapadım sonra.
“Ferdi Abi, bir kış geçince kapanır o tünel. Yağmur suyu, dere suyu, kar suyu derken çöker toprak. Ertesi yaz yine baştan başlarız. Sonraki yaz yine baştan. Ben mezun olurum belki okuldan ama sen, emekli olana kadar yeniden yeniden kazarsın.”
Ferdi Abi boğazıma sarıldı iki eliyle.
“Artık Kirk Douglas’ın menzilindesin yezit!”
Siz onu bilmiyorsunuz.
Müthiş faredir!
Yüz yaşında.
Ferdi Abi çıkar çıkmaz, hemen ara koridordaki dolabıma koştum. Geç kalmıştım elbette. Bay Douglas çoraplarımı kemirmeye başlamıştı. İki gömleğimi, donlarımı, tek kazağımı, kotumu ve ayakkabımı kurtardım, ama üç çorabım da dişlerinin arasındaydı. Tısladı kesik kesik. Vazgeçtim.
Eşyalarımı dolabın tepesindeki bavuluma tıktım. Onu da kocaman iki çöp poşetine sardım. Düğümü atmadan önce içine bir torba naftalin boca ettim.
Bay Douglas nefret eder kokusundan.
Tam dönmüştüm ki içeriye, yüz yaşında fare –yaşına başına aldırmadan– çarşaflarımın üzerine çişini yapıyor.
Odadan çıktım. Merdivenlerden indim.
Ferdi Abi çıkış kapısına bir sandalye atmış, kahve içiyor.
“Planımdan bahsetme kimseye. Yoksa bir akşam oranı yedirtirim,” dedi.
“Aman abi, can çıkar söz çıkmaz ağzımdan!”
Doğruca dolmuş durağına gittim. Sıradaki arabanın şoförüne eğilip fısıldadım.
“Abi, hiç param yok. Binsem olur mu?”
İki durak dolmuşu itince, binme hakkım doğdu. Anlaşmamız böyleydi. Kan ter içinde bindim arka koltuğa. Sonunda denize vardım.
Benim önümde hep böyle bir dağ olur işte. Denize varmak için hep o dağı geçiyorum böyle. Yani bir ferahlığa varmak için hep ter döküyorum.
Gittim bir banka uzandım. Üzerimde müthiş bir gölge. Asma gibi asma. Onun üzerinde tatlı güneş ve bulutlar. Bulutların arasından uçaklar geçiyor. Bir tanesini seçtim. Kuyruğunda belli belirsiz kınalı izler var. Acaba içinde kim var? Mesela, 47 numaralı koridorda kim oturuyor. Çay mı içiyor, yoksa paralı diye gözünü kapatıp uyuma numarası mı yapıyor servis sırasında?
Ben bunları düşünürken, bir kadın geldi, yan banka oturdu. Kabak çekirdeği çitlemeye başladı. Kısa saçları ve uzun kirpikleri var. Açık pembe parmakları…
Doğruldum yattığım yerden.
“Fazlaysa kabak çekirdeği / Yoksa bana kadar mı dersiniz?” gibi fena bir şiir okumak üzereydim ki, acıyla sıçradım. Tam kıçımın sol yanında ince, derin bir sızı: Bay Douglas!
“Hocam, sen ısırdın mı beni?” dedim.
Fısıltıyla, “Omerta!”[*] dedi.
“Ama ben havadan sudan konuşacaktım,” dedim.
Döndü gitti.
Yaramı oksijenli suyla yıkamam gerekiyordu. Elim pantolonumun altında ve kıçımın üzerinde olduğu için, kabak çekirdeği yiyen kız kalkıp epey ilerideki banka gitti. Sanki Hyde Park’a kadar uzaklaştı. Bana öyle geldi.
Yürüyüş kararı sayarak yurda geri döndüm: Çek-me-ce Er-kek Yur-du!
Ferdi Abi, oksijenli suyu verdi. Mikrop kapmayacaktım. Biraz daha yaşayacaktım. En azından, bu yurttan kurtulana kadar.
Çok rahatladım.
Yine dağımı aşmıştım.
Çarşafları muslukta yıkadım. İyice sıktım. Serdim.
Serin serin uyudum.
[*] omerta: Mafya terimi. Suskunluk anlaşması.