SAA-1 / 005 Hamam
Binlerce yıldan süzülerek damıtılmış halde gelen bu sıcak ve nemli dünyanın sesi, artık gitgide duyulmaz oluyor. Eski hamamlarımız, bakımsızlık içinde yıkılmaya terk ediliyor. Kimisi çoktan işlevini kaybedip, çarşı halini almış. Hâlâ ayakta kalabilenler ise yaşamaya devam etmek için, aslında geleneğinde olmayan sauna ve soğuk su havuzu gibi eklentilerle süsleniyor ve özlerini yitiriyor.
Han dedik, hamam da olacak mutlaka.
Bizim burada ayda en az bir kez hamama gitmeyeni ayıplarlardı eskiden.
Eskidendi, çok eskiden tabii.
Neredeyse unutulan hamam kültürü aslında Akdeniz medeniyetlerinin usul güneşleri arasında doğmuş.
Eski Yunan uygarlığında doğal ve şifalı suların etrafında tesisler inşa edildiği bilinir. Ama hamam asıl kimliğini Roma çağında yakalar. Daha sonra günümüze kadar gelen Türk hamam geleneği ise, pek çok yönden Roma kültürüyle içli dışlı olur, ondan etkilendiği kadar üstüne kendi özelliklerini de ekleyerek katmerleşir.
16. yüzyılda sarayda görevli Bassano da Zara’nın ayrıntılı hamam tasvirlerinin ve geleneklerinin çoğu günümüze kadar gelir.
Bugün de sizi hamamda önce meydancılar karşılar. Soyunmalık meydanında hücreniz gösterilir, varsa emanetiniz küçük ahşap kasalara konulur, bileğinize geçecek lastiğe takılı anahtar uzatılır. Buldan işi acı kırmızı peştamalınız ve terlikleriniz sizi bekler. Keseci, boynunu eğip, ona ihtiyaç duyulursa yirmi dakika sonra yanınıza varacağını söyler. Bu süre, hazırlanmak ve hamama uyum sağlamak için verilir.
Soyunmalık’tan ılıklık’a geçilmesi, Türk ve Roma hamamlarının en önemli özelliğidir. Ilıklık, dış dünya ile bu buğulu, sıcak ve adeta yeraltı dünyası arasında bir geçiş holü işlevini üstlenir. Daha serin olan bu bölgede yapılan dinlenmeyle vücudun yeni ortama alışması sağlanır. Türk hamamlarında bu bölümde ayrıca tıraşlık ve tuvalet gibi önemli ihtiyaç alanları bulunur. Ilıklık’ta bulunan kerevetlere uzanan müşteri, ağır ağır yeni dünyasının sularına gömülür. Ilıklık, hamamdan çıkışta da uğranılan ve bu defa tersine, yani dış dünyaya uyum sağlanmak için dinlenilen yerdir aynı zamanda.
Asıl yıkanma işi hamamın ‘sıcaklık’ denilen merkezinde gerçekleşir.
“Odanın ortasında –ki buna hamamın kalbi de denilebilir– mermerden dört köşe taş vardır, bu damarlı bir somaki taşı olup dört parmak kalınlığında, bir insan boyu uzunluğunda ve yerden bir karış yüksekliktedir. Dört mermer top üzerine oturtulmuştur. İçeri girenler bunun üzerine boylu boyunca yatarlar. Bir masajcı, müşterinin kollarını gererek çeker. Sonra tersine döndürerek gene müşterinin kollarını bir ‘Herkül’ gücüyle çeker*.”
Bassano da Zara’nın nerdeyse beş yüz yıl önce anlattığı sıcaklık detayları, günümüzde de nerdeyse aynıdır.
Yine aynı şekilde göbektaşında işi biten müşteri, halvet denilen küçük bölmelerde dinlenir; ılıklık’a geçerek, kaybettiği su ihtiyacını alır ve soluklanır.
Çıkmak isteyen müşterinin ünlediği meydancı, temiz peştamal ve peşkirle karşıcı çıkar.
Kimileri, bu uzun banyonun verdiği rehavetle hücresinde saatlerce uyur. Bu nazik durumu bilen hamam görevlileri, meydanlık civarında adeta parmak uçları üzerinde yürür ve işlerini görürler. Her şey müşterinin temiz olduğu kadar huzurlu ayrılması üzerine kurguludur.
Giyinen müşteri parasını öder; kese yaptırmışsa, “keseciyi görmesi”, yani onun da hakkını vermesi gerekir.
Bu neredeyse hiç değişmeyen ayinin arka planında, çalışanları dışında pek kimsenin bilmediği, ateş ve suyun hamam mimarisiyle yaptığı oyun yatar aslında.
Hemen bütün eski hamamların kendi su kuyuları bulunur. Bu kuyular hamamın adeta nefesi olan büyük su ihtiyacını karşılar. Su, büyük hazneye oturtulan bakır kazanın altında yanan ateşlik sayesinde ısıtılır. Külhan tesisatı da denilen ateşlikteki yüksek ısıya sahip hava, hamamın cehennem denilen boş bölümü doldurarak alttan ısıtmayı ve duvarların içine gizlenmiş ince borulardan oluşan tütekliklerden geçerek de duvardan ısıtmayı sağlar.
İşte, binlerce yıldan süzülerek damıtılmış halde gelen bu sıcak ve nemli dünyanın sesi, artık gitgide duyulmaz oluyor. Eski hamamlarımız, bakımsızlık içinde yıkılmaya terk ediliyor. Kimisi çoktan işlevini kaybedip, çarşı halini almış. Hâlâ ayakta kalabilenler ise yaşamaya devam etmek için, aslında geleneğinde olmayan sauna ve soğuk su havuzu gibi eklentilerle süsleniyor ve özlerini yitiriyor.
Şimdilerde hamamlar, yorgun ve unutulan yüzleriyle yine yorgun ve seyrek ziyaretçilerini eski dostları gibi ağırlıyor.
Bu maddedeki fotoğraf Birol Üzmez’e ait.
Üzmez, kıymeti az bilinen fotoğrafçılarımızdan. Büyük Madenci Yürüyüşü’nün en güzel fotoğrafları ona aittir.
Şimdi Kemeraltı’nda Mirkelamoğlu Hanı’nda şöyle biliniyor: Plakçı Birol.
Mevzumuz Derin onunla da…
Ah, bir daha sekelim şurada: Mirkelamoğlu deyince, İzmirli bestekâr rahmetli Necip Mirkelamoğlu’nu atlamayalım.
Onun bestesi olan “Gülağacı Değilem” şarkısını Zeki Müren’den dinleyiniz efendim.
* İzmir Hamamları, Harun Ürer, TC Kültür Bakanlığı Yay., Sanat Eserleri Dizisi/408
Birol Üzmez’in fotoğrafları için Simurgphotos.com