SAA-1 / 010 Ateşnefes
Teri ödenmeyenlerin ve ödenmeyecek olanların üstünde yürüyen bir memleketimiz var bizim. Sobaları ısıtan, suyu, ekmeği getirenlerin dili de, anlatısı da belki bu yüzden hep küçümsendi. Düşünsenize, Büyük Madenci Yürüyüşü’nü anlatan, ondan içlenen film, roman, öykü geliyor mu aklınıza?.. Ama madencileri ve onların hayatlarını iyi bilen ve dertleriyle dertlenen bir öykücümüz var: Ahmet Naim Çıladır
Dedem, “Ağustosun yarısı yaz, yarısı kış,” derdi. Ayın on beşi çıktıktan sonra kömür derdi alırdı bizim evi.
Belediye’nin deposuna gidilir, damperini henüz indirmiş eski kasa kamyonların arasından, yeni gelen Soma kömürlerine bakılırdı. Sipariş için fiş, vezneye ödeme, ödendi makbuzunu depo memuruna teslim, pancar motorlu kömür traktörü şoförüne elden bir ödeme daha… Sonra gelsin bekleme.
Yağmur yağmaz inşallah!
Yağarsa, hele de kömür evin önüne teslim edildiği gün yağarsa iyice rezillik. Öylece yanmaz. Serip kuruması beklenecek.
Bizim evin odun sobaları, Soma kömürü ilçeye gelmeye başladığı günden beri kaldırılmıştı. Yerini kovalı, tuğlalı, boğazdan burmalı, alttan nefesli kömür sobaları almıştı.
Sonunda vakti gelir: Kömür evin önüne yığılır. Kışlık iki ton!
Ev halkı eski elbiselerini giyer, başlar Buldan beziyle bağlanır. Telaş başlar. Önce iri adam kafası kadar olan parçalar teker teker kömürlüğe taşınır. Annem orada onlardan bir çevre yapar. Arkadan gelecek kömürün temelidir bu. İri gövdeleriyle yığını tutsun, kömür yayılmasın diye. Kışın sonuna doğru cephane azaldığında, keser tersiyle kırılıp parçalanacaklar ve soba kovalarının el altına konacaklar.
Sonra, kapı önündeki kömür en üstten başlayarak, yağ tenekesinden bozma kovalara küreklerle doldurulur. Tahtadan yapılma sapından tartılarak sırtlanır ve taşınmaya başlanır.
Yığın azaldıkça, aşağılara doğru indikçe kara bir bulut da yavaştan kalkmaya başlar. Eller yüzler kararır.
En dibe varınca, kömür tozuna iyice bulanmış taneler kalır. İşte o zaman bir inşaat eleği, dayağının yardımıyla dikilir. Ver edilir kömür iri gözlere. Elenir yani. Kalan parçalar yine kovalarla taşınır.
En sona, insanın ta içine kadar işleyen göz kırpıcı kömür tozu kalır.
O da atılmaz. Bir çuvala tepilir. Kaldırılır. Kömür tozu öyle kolay yanmaz sobada. Döküm kovaların içine uzun bir ağaç kütüğü konur. Etrafına kömür tozu dökülür, iyice bastırılır. Sonra kütük çıkarılır. Tozu, etrafını sardığı o hava boşluğu sayesinde sobada yakmak mümkün olur.
Bütün bu yük bitip, ev halkı termosifonlu banyoda iyice arındıktan sonra babam mutlaka şunu derdi:
“Biz taşırken yıldık, bir de bunu çıkaran var. Madencinin teri ödenmez!”
Teri ödenmeyenlerin ve ödenmeyecek olanların üstünde yürüyen bir memleketimiz var bizim.
Sobaları ısıtan, suyu, ekmeği getirenlerin dili de, anlatısı da, belki bu yüzden hep küçümsendi.
Düşünsenize, Büyük Madenci Yürüyüşü’nü anlatan, ondan içlenen film, roman, öykü geliyor mu aklınıza?..
Ama madencileri ve onların hayatlarını iyi bilen ve dertleriyle dertlenen bir öykücümüz var: Ahmet Naim Çıladır.
1904 doğumlu Ahmet Naim aynı zamanda maden işçilerinin hayatlarını da kaleme alan ilk yazar olarak kabul edilir.
Ahmet Naim’in madenci kahramanları Türkçe’ye “ateşnefes kütledi” yani “grizu patladı” sözünü kazandırdılar. Grizu için ateşnefes gibi güzel bir kelimeyi armağan eden bu yazar ne kadar az biliniyor bugün değil mi? Sözlüklerde de ateşnefes kelimesi hâlâ yok, maalesef.
Ahmet Naim’in ilginç ve bilinmeyen başka bir yönü de, 1938 yılında arkadaşlarıyla solculuktan tutuklanmasına rağmen, Doğu Dergisi’nde yazdığı Türkçü yazılarıdır. Bir ara da Adalet Partisi’ne kaydını aldırdığı bilinir. Bütün yaşadıklarımız memleketimizin verimli iklimine dahil işte. Ama bunlar onun kaleminin kıymetine halel getirmez elbette.
Kemal Anadol, onun için şöyle der zaten: “Kazmacısı, domuzdamcısı, lağımcısı ile Ahmet Naim’e kadar Türk edebiyatında iş kazası, göçük, grizu yoktur. Yerin altından çıkartılan cesetleri, saniyede yıkılan umutları, çıkıp giden canları, dağılan aileleri bize o tanıtmıştır.”
Ahmet Naim’in bilinen bazı öykülerini Can Yayınları, 2009 yılında Ateşnefes isimli kitapta topladı.
Çıladır’ın daha az bilinen bir eseri de “Yeraltında Kırk Beş Sene, 1886-1931” isimli nehir söyleşidir.
Bu kitapta Ahmet Naim, 10 yaşından itibaren ömrünün çoğunu madende işçi olarak geçirmiş Devrekli Ethem Yemelek Çavuş’u karşısına oturtur ve anılarını kâğıda geçirir.
Derlenen anılar ilk önce “Yeraltında Kırk Beş Sene” ismiyle 1936 yılında Bartın Gazetesinde tefrika edilir ve küçük boyutlu bir kitap olarak yayımlanır. 1962 yılında, Şirin Ereğli Gazetesi “Eski Bir Madencinin Hatıraları” başlığıyla yeniden tefrika eder.
12 Mart darbesi Ahmet Naim’in ailesinin üzerine de çöker. Evdeki tüm kitaplar, notlar ve oğlu Sina Çıladır’ın babası ile ilgili çalışmaları bir daha geri verilmemek üzere devlet koridorlarında kaybolur.
Sina Çıladır, babasının çalışmasını biraz da tesadüf eseri bulur ve toplumsal belleğimizin bir kısmı böylece yok olmaktan kurtulur.
Ethem Çavuş’un anılarından, kadın madencilerin de olduğunu öğreniyoruz. Hem de yeraltı amelesi olarak. En bilinenleri de Gülsüm Hatun’muş. Gülsüm Hatun, şafakta kandilini yakar, şalvarının kemerine azığını yerleştirir ocağa inermiş. Çavuş onu “Madenciliğin koca anası!” diye ünlüyor.
Bakın, neredeyse yüz yıl öncesinden Devrekli Ethem Çavuş ne demiş:
“Ocağa girerken biliyorsunuz ki, orada insanlar ölüyor! Ve ölüm hiç beklenmedik bir anda ve şekilde geliveriyor! Araba çatıyor, ateşnefes kütlüyor, taş düşüyor… Birer ikişer eksiliyorsunuz, kalanlar devam ediyor… Savaş gibi! Burada tabiatla savaşıyorsunuz, farkı bu!
İnsan her şeye alışıyor.. Zamanla ölüm korkusuna da alışılıyorsunuz.. Her şeyin bir sınırı var.. Korkunun da.. O sınır aşıldı mı, artık hürsünüz, korku morku kalmıyor; korkunun yerini bu sefer merak alıyor.. Ben bunu farkında olmadan yaşadım.. Yaralanmaları, ölümleri göre göre, artık bir tür duygu körelmesine uğruyorsunuz.. Köylünüz kazalanıp ölmüş.. Ölüm artık bir şey söylemiyor size.. ‘Nasıl ölmüş?’ sorusu daha ağır basıyor…”
Hamiş: Ahmet Naim’in bu az bulunan eserini edinmek isterseniz Kradeniz Ereğlisi’nde Defnesanat Yayınları’na ulaşmanız gerek. İşte telefonları: 0372 312 10 08