SAA-1 / 024 Osman Celal Bey’in Nar Hakkı

SAA-1 / 024 Osman Celal Bey’in Nar Hakkı

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 03 Kasım 2014

Dedemin bir planı vardı. Zaten hep planı vardır. Çoğu işlemez ve yarı yolda çöker ama hayatın, onun burnuna doğru uzatıp, “Ye!” dediğine hiç minnet etmezdi. Beni omuzlarına aldı, odasına çekildik. 

Bahçemizde nar vardır. Dallarına karıncalar basar güzün. Bal yapıyor ağlayan gözleri. Bu iyi değil onun için ama çaresini bulamadık.

“İlaçlamak olmaz,” dedi babaannem. “Narın ne diyeceğini bilmiyoruz. Belki memnun karıncadan.”

Dedem midesi şehvetli adamdı. “Bizim nar yeme hakkımız yok mu, yahu? Karınca yürüyünce, ağacın beli gıdıklanıyor. Gülmekten meyveler açılıyor. Vakti gelmeden dökülüyorlar pıtır pıtır aşağıya,” diye atıldı.

Yine tutuştular karşılıklı.

“Efendi, efendi… Ne yapalım yani?”

“Çare bulalım gözüm!”

“Sen tıslaya tıslaya nar kemireceksin diye düzeni mi bozalım?”

“Düzen dediğin nedir ki?”

“Nar bunu dilemiş, karınca yürümüş işte.”

“Yahu nereden biliyoruz? Belki nar da şikâyetçi bundan.”

“Ya değilse?”

“Ya öyleyse?”

“Senden başka şikâyet eden yok.”

“Var. Bizim Ahmet de sevmiyor böyle.”

Beni karıştırmasalar olmaz. Ama oldu yine işte. Ateş hattındayım.

“Öyle mi, len?”

“Hı?”

“Katline ferman mı verdin karıncaların sen de?”

“Yok, vallahi babaanne…”

“Bir dakika bir dakika… Be aklı güzel kadın, benim dilimden öldürelim lafı çıktı mı?” diye atıldı dedem. Gözleri yuvalarından fırlayacaktı neredeyse. “Haşa! Sümme Haşa! Ben öyle bir şey demedim.”

Dedemin bir planı vardı. Zaten hep planı vardır. Çoğu işlemez ve yarı yolda çöker ama hayatın, onun burnuna doğru uzatıp, “Ye!” dediğine hiç minnet etmezdi.

Beni omuzlarına aldı, odasına çekildik.

“Şimdi ben çok önemli şeyler düşüneceğim. Sen şu yerdeki dergilerle oyalan. Ama sakın gürültü yapma,” dedi.

Yatağa uzandı. Anında horlamaya başladı.

Masanın altı, duvarlara kadar Akbaba dergileriyle doluydu. Mürekkep kokusu, sayfalardan tavana kadar yükseliyordu. Yıkıntıları karıştırırken bir de kitap buldum: Aygır Fatma.

Beni bir gülme aldı. Tutamadım kendimi. Ses çıkarmamak için iki elimle ağzımı kapatınca dengemi yitirdim. Sırt üstü yuvarlanıverdim.

Dedem yataktan başını kaldırdı.

“Deyyusun oğlu!” diye söylendi. “Senin o güldüğün kitabın yazarı var ya, Osman Celal Kaygılı… “

Birden durdu. Kafasının içinde yıldızlar çakıyor gibiydi.

“Buldum!” dedi. “Osman Celal Bey buna benzer bir şey yazmıştı.”

Hırsla kalktı. Dergileri karıştırmaya başladı. Gömleğinin düğmeleri açılmıştı. Bembeyaz göğüs tüyleri tozlar arasında kalkıp iniyordu. Ama olmuyordu işte. İstediği yazıyı bulamıyordu. Dergileri karıştırdı hızla, duvara dayalı yaşlı kütüphaneyi altüst etti. Sayfaların arasından bir yazının ya da yaprağın düşmesini ister gibi kitapları tek tek sallıyordu. Sonra yatağı devirdi. Divanla döşek arasında bastırdığı eski gazeteleri çıkardı, savurdu ortalığa. Kel kafasından ensesine doğru terler damla damla yürüyordu.

Bana döndü.

“Bulamıyorum. Yok. Osman Celal Bey’i kaybettim…”

Elleriyle yüzünü kapattı. İki büklüm oldu. Hıçkırarak ağlıyordu.

“Osman Bey beni bırakıp gitti.”

Kapı açıldı.

Babaannem elinde tüten cezvesiyle ayakta duruyordu.

Sesi yumuşak, şefkatliydi.

“Bey, hadi gel ayvadanası kaynattım sana. Açılırsın.”

Dedem bir çocuk gibi peşinden gitti.

Mutfaktaki divanda yan yana oturdular sonra. Dedem başını babaannemin omzuna dayayıp mışıl mışıl uykuya daldı.

Babaannem, “Merak etme” dedi. “Bir evde iki ihtiyar aynı anda delirmez. Biri balataları yakarken, öteki derler toparlanır.”

Ertesi gün bahçede, nar ağacının altında sandalye atmış oturuyorduk dedemle.

Babaannem bağ makasıyla geldi. Bir kaç iri dalı kesti. Ağacın dibine yığdı. Sonra mutfaktan pekmez kavanozunu getirdi. Budanmış nar dallarına, yapraklarına usul usul damlattı, döktü hepsini. Kuşağından kese kâğıdı çıkardı. Ucundan yırttı. Narın bedeninden –yukarıdan aşağıya doğru– döktü. Ortalık mis gibi sakızlı kahve koktu.

Bize iyi gelen şey, karıncaları ânında bunalttı. Koşarak ağacı terk ettiler. İçerinden en akılısı ve gözü açık olanlar ağacın dibindeki pekmezli dalları hemen keşfetti. Sonra birbirlerine haber verdiler. Bir eğlence, bir temaşa gırla gitti. Güzergâhlarını böylece değiştirdiler.

İkimiz de hayretle babaanneme bakıyorduk.

“Osman Celal Bey geldi gece. O kadar dedim, ama rahatsız etmek istemedi, uyandırmamı istemedi sizi. Derdimizi anlattım. O da dermanını söyledi.”

Dedem o sene narların bir kısmını yememize müsaade etmedi.

“Osman Celal’in hakkı onlar. Adam gelir de önüne bir tabak ayıklanmış nar koymazsak, gönlünüzü kırarım,” dedi durdu.

 

 

 

, , , , , ,
Share
Share