SAA-1 / 035 Hakikatin Z. Hali

Fotoğraf: PA

SAA-1 / 035 Hakikatin Z. Hali

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 19 Ocak 2015

Bir el arkadan, saçlarımdan tutarak beni yere yıktı. Aynı anda mideme müthiş bir tekme yedim. Nefesim kesilmişti. İnleyerek kıvranırken başıma bir torba geçirdiler. Her şey kararmıştı.

Eve bir fındıkfaresi dadandı. Geceleri uyumak ne mümkün! Durmadan geziyor. Mutfak dolaplarına uğruyor önce. Tel dolap favorisi olmalı. Gelen seslere bakılırsa en çok orada eğleniyor. Sonra duvardaki tabaklığın çıtaları arasında oynuyor. Bu konuda eminim çünkü mutfak kapısının aralığından izliyorum arada. Resmen barfiks çekiyor. Ardından kendini sallayıp hız alıyor ve bir üst çıtaya tutunuyor. Böyle en yukarıya kadar devam ediyor.

Ayva rendeleyip koyuyorum ortalık yere. Yesin de şişsin, uykusu gelsin, fazla gezinmesin diye. Nafile! Ayvaları en yakın çay tabağına taşıyor, sonra şeker hokkasını sürükleyip, kuyruğuyla üzerine bir güzel şeker serpiyor. Ama yemeden de bırakıyor.

Arap Hatçam Teyze’ye sordum.

“Ayol, sana yapıyor işte. Yesene, sevaptır,” dedi.

Çok acayip bir fare gerçekten.

Geçen gün, televizyon vitrininin gözündeki kitapları karıştırmış. Baktım, Şevket Süreyya Aydemir’in kitabını kemirmiş. Suyu Arayan Adam’ın kapağındaki “Suyu” kısmını yemiş. Kaldı mı bana “… Arayan Adam”…

Mesaj bırakıyor bence.

Bu fare neyi arıyor? Derdi ne olabilir?

Berber Kazım’a olanları anlattım. Hemen eski telefon rehberini karıştırdı.

“Abi ne yapıyorsun?” dedim.

“Bizim Avram’ın numarasını arıyorum,” dedi. “Avram Eskenazi, deli doktoru. Çok meşhurdur.”

Hemen çıktım dükkândan. Kazım Abi peşimden koşturdu. Mektupçu taraflarında izimi kaybettirdim. Sağı solu belli olmaz bu adamın. Beni hastaneye kapattırır, sonra gelir evi sahiplenir.

Akşama doğru gizli gizli mahalleye geri döndüm.

Tam eve girecektim ki, arkamdan Bakkal Nihat yetişti.

“Evladım, sen bir şeyler mi karıştırdın?”

“Ne gibi abi?”

“Ne gibisi mi var, bugün acayip adamlar gelip seni sordu. Kimdir, necidir, ne iş yapar falan.”

“Kimler?”

“Bence polistiler. Ama bildiğimiz polislerden değil. Başka kumaştan bunlar. Gayet pis adamlar.”

“Allah Allah…”

“Bence senin durumun iyi değil. Bir süre eve gelme istersen.”

Bu benim için imkânsızdı. Balık su dışında, astronot uzay mekiğinin dışında ne kadar kalabilirse, ben de evden ancak o sürede uzak yaşayabilirdim.

Hem polislik olacak ne yapmış olabilirdim ki?

Hepsi saçma bir yanlış anlaşılma olmalıydı.

Omuz silkip eve girdim.

“Çıt”

Elektrik düğmesini bir kaç kez zorladım. Şavklar[1] gitmişti.

Koridorda el yordamı ilerledim biraz. Bir tabure buldum. Yavaşça sigortaların olduğu kutuya yükseldim. Elimle kontrol ettim. Ana sigorta fincanı yoktu! Yani yerinde yoktu. Olması gereken yerde boşluk vardı sadece. Birisi onu söküp götürmüş olmalıydı.

Tüylerim ürperdi.

Hemen yere indim. Parmaklarımın ucunda dış kapıya doğru seğirttim. Ama çok geçti.

Bir el arkadan, saçlarımdan tutarak beni yere yıktı. Aynı anda mideme müthiş bir tekme yedim. Nefesim kesilmişti. İnleyerek kıvranırken başıma bir torba geçirdiler. Her şey kararmıştı.

İki kişi beni koltuklarımdan kaldırdı. Ayaklarım yerde, sürünüyordum.

Bir kapı açıldı. Evin içinden bodruma inen merdivende olmalıydık. Çaput gibi sürükleyip beton zemine attılar beni.

Affedersiniz ama bunu söylemeden geçemeyeceğim: Altıma işedim.

Başımın hemen yanına bir sandalye çekildi. Birisi oturdu.

“Beyefendi, kusura bakmayın ama sizde bir emanetimiz var.”

Konuşmak için doğrulmaya kalkıştım. Ama yine mideme sert bir tekme indi.

“Siz hiç kendinizi zorlamayın. Ben her şeyi, gayet sarih[2] şekilde izah edeceğim. Bir fare var. Ona Z. ismini verdik. Sağ olsun, bizim arşiv binasına dadanmış. Girmemesi gereken dolaplara girmiş. Okumaması gereken dosyaları okumuş. Son anda elimizden kaçtı. Aylardır peşindeyiz. En sonunda sizin eve girdiğini tespit ettik.”

Sigara yaktı. Uzun Maltepe! Kesinlikle oydu. Kokusundan tanırım.

“Sizden bir istirhamımız olacak. Bu kardeşimizi yakalayıp bize teslim edin. Ama bir iki gün içinde bu işi yapın. Özellikle bodruma indik. Bizim kokumuzu alırsa, ânında evden kaçar.”

Sigarayı burnumun dibinde yere basıp söndürdü.

Gittiler.

Kendime gelir gelmez, hemen Arap Hatçam Teyze’ye koştum.

“Sakın Z.’yi onlara verme. Çok şey biliyor olmalı,” dedi.

Vermeyecektim ama nasıl?

“Beni öldürürler,” diye ağlamaya başlamıştım ki, susturdu.

“Dur bakayım sen,” dedi. “Dün bizim kediler ölü bir fare getirmişti. Arka bahçeye gömdüydüm onu.”

Ertesi sabah gün doğmadan, Arap Hatçam Teyze’nin verdiği müteveffayı[3] torbaya koyup bizim evin kapısına astım. On dakika sonra, beyaz renkli bir Toros marka araba durdu. Torbayı alıp gittiler.

Sonraki günler, Z.’nin kemirdiği diğer sayfalardan kalan harfleri ve kelime parçalarını birleştirmekle geçti.

Bir sürü isim ve yer tarifi vardı.

Misal: “A… B… / Sorguda öldü / Altındağ Yahudi Mezarlığı 235. parsele gömülü”

Arap Hatçam Teyze bütün bunları temize çekip bir yerlere götürüyordu.

“Korkma,” diyordu bir yandan da bana. “Hakikat güneş gibidir. İlla ki bir saatte doğar.”

Z. bir gün, geldiği gibi aniden gitti.

 

[1] Işıklar.

[2] Açık, kolay anlaşılır.

[3] Ölmüş kimse.

, , , , , , ,
Share
Share