SAA-1 / 050 Sorularla İnsaniyet
Yusuf Abi başını yere eğdi. “Amca kusuruma bakma. Bir daha olmaz. Hem başka yere taşınsam ne olacak? Her yer cehennem bize,” dedi. Hep beraber yere baktık. Ayaklarımızın ucuna güneş düşüyordu.
Soru: İnsan öleceğini bildiği halde neden bu kadar zalim?
Yusuf Abi bizim kiracımızdı. Dedem, bir iki derken sonunda dayanamadı, çekti bir köşeye.
“Evladım,” dedi, “anlıyorum gençsin. O da genç. Kanınız kaynıyor. Ben de iyi bilirim bunları. Size yapmayın demem, ama bu kadar sık olmasın. Bir de yaz oldu artık, millet sabaha kadar balkonda oturur bu mahallede. Girip çıkarken illa ki görürler sizi. Önce benim başıma çökerler, sonra da size musallat olurlar. Ben şimdi senin içerideki iki aylık kiranı unutayım, sen başka bir yer bak kendine. Olmaz mı?”
Yusuf Abi başını yere eğdi. “Amca kusuruma bakma. Bir daha olmaz. Hem başka yere taşınsam ne olacak? Her yer cehennem bize,” dedi.
Hep beraber yere baktık. Ayaklarımızın ucuna güneş düşüyordu. Halının saçaklarında iki karınca kaybolup yeniden görünüyorlardı.
Soru: İnsan zulüm altında bile neden bu kadar şen?
Erdinç Abi’nin küçük bir tekel dükkânı vardı. Gazete, mecmua da satılırdı. Ben de sık sık giderdim. Müşterinin orası burası yırtık diye iade ettiği çizgi romanları bana ayırırdı.
“Gel lan, Tarzan var bu hafta.”
“Ciddi mi?”
“Evet, ama yarısını ters basmışlar.”
“Olsun. Keşke Mister No da olaydı.”
“Sen de hiç memnun olmuyorsun keleş!”
Saçım hep sıfır numara olduğu için, Erdinç Abi beni böyle seviyordu galiba.
Bir gün dükkânda yere çökmüş okuyordum, içeriye bir sürü adam doldu. Hepsinin elinde demir çubuklar vardı.
“Sen kimsin lan!” dedi en öndeki.
Dilim tutuldu o anda korkudan.
Arkadan birisi, “Bu o değil abi,” dedi.
İki yakamdan tutup dışarı attılar beni. Dükkânı tuzla buz ettiler. Kırık rakı şişlerinden yükselen anason kokusu bulutlara kadar varmıştır herhalde.
Erdinç Abi bir iki saat sonra geldi. Hemen yanıma koştu.
“Sana bir şey yaptılar mı?” dedi.
“Yok,” dedim.
Dükkâna girdi. Elinde büyük rakı şişesiyle çıktı.
“Bunu kıramamış pezevenkler,” dedi.
Akşama dedem güzel sofra hazırladı. Babaannem de terasta mangalı yaktı. Benim payıma da bir çay bardağı güzellik düştü bu arada.
Yusuf Abi saz çaldı, Erdinç Abi söyledi. Deli gibi güldüler. Dedemle babaannem de ağlaştılar karşılıklı.
Sabaha karşı Yusuf Abi eşyalarını topladı, sonra başını Erdinç Abi’nin omzuna dayayıp biraz uyudu. Ezan okunurken çıkıp gittiler.
Soru: İnsan öleceğini bildiği halde neden sürekli soru sorar?
Babaannem, “Çocuklara sahip çıkamadık, bu da bize dert olsun” dedi.
Dedem masayı topladı. Bulaşıklara girişti.
Terasa çıktım. Aşağıya baktım. Şimdi bıraksam buradan kendimi, iki saniye sonra hiç soru kalmayacak içimde.
Aşağıda kediler bana bakıp miyavlıyorlardı.
“Köfte kaldı mı, dede?” diye seslendim içeriye.
“Çok soru soruyorsun, çook!” dedi.
İndim kedileri besledim.
İki gün sonra, olanları unuttuk.
Yaz güzel geçti üstelik.
—