Aha görün işte, psikoloğumuz bile var!

Aha görün işte, psikoloğumuz bile var!

Arslan Sayman
21 Ocak 2013

Fakültedeyken Gelişim Psikolojisi dersi de ‘aldım’. Aldım derken, yabana atılmayacak sıkı bir eğitimden bahsediyorum. Dersi veren hocamızın akademik ünvanı “prof”tu, sağlam bir cv’si vardı, misak-ı milli sınırlarını aşan literatür dergilerinde, mesleki onlarca makale yayımlamış biriydi. Üstüne üstlük sınıfa girdiğinde ortalığa yaydığı elektrik, tıfıl psikoloji öğrencisini çarpmaz, diriltirdi. Kulak memesi kıvamında bir tarzı, billur gibi bir sesi vardı ve öğrencisiyle ast-üst sembollerinden arınmış olarak kurduğu ilişki de cabasıydı.

Şimdi anladınız mı ilk cümlemdeki ‘aldım’ sözcüğünü neden koyu yazıp, tırnak içine aldığımı.

Dersi hakkını vererek aldım ve yine hakkını vererek geçtim (Son vizeden 90 çektiğimi hatırlarım). Sonra psikolojiden mezun oldum. Eh! Psikoloji tahsilinin tümünde değil ama,  gelişim psikolojisi okurken başıma gelen bu iyilikler yüzünden, Gelişim Psikolojisi’nden anlarım, diye ortalıkta gezmeyi kendimde hak gördüm. Bununla da yetinmedim, çevremdeki veletlerle ilgili ana babalara öğütler verip durdum… “Aaa! Tuvalet eğitiminde geç kalmışsınız!”, “Parmağını mı emiyor, hata sizde!”, “Beş yaşında ve hala size baba demedi mi, dilsel gelişim alanı açısından dikkate değer bir durum var ortada, hımmm!” dediğim de vakidir. Bana sorunlarını aktaran ebeveynler ne yaptılar hiç bilmiyorum. Nasihatleri verip geri çekildiğimi hatırlıyorum. Dilerim, dikkate almamışlardır.

Neyse sonunda okul bitti, bendeniz idealist genç bir psikolog olarak mesleğimi icra etmeye koyuldum. İlk işim, yakın bir akrabamın işlettiği kreşti. Mutena bir semtte, bahçeli, büyükçe bir mekânda hizmet veren kreşin, ben başladığımda 63 öğrencisi vardı. Hepsi pırıl pırıl ve muhteşem güzellikte, yaşları 3 ile 7 arasında değişen bu öğrenciler ‘çocuk’tu. “Kardeşim, bir kreşte başka ne olacaktı ki?” diye sorup, dudak bükeceğinizi biliyorum. Haklısınız, fekat bu arkadaşınıza da lütfen anlayışla yaklaşınız. Ben gelişim psikolojisi tahsil ederken, boyları küçük bu canlıların ‘çocuk’ değil, gelişmesi gereken canlılar olduğu okutulmuştu bana. Daha vahimi de bu ‘canavarların’ birer anne babası olduğu söylenmişse de, hayli kısık bir sesle söylenmiş olmalıydı.

Ben çocukları ele alacak ve miiiis gibi geliştirecektim. Bunu yapacağıma olan güvenimin yanında, bu işi bildiğimi belgeleyen mühürlü, damgalı, imzalı bir diplomam da vardı. Şimdi anımsadıkça utanırım, bu tescil belgesini akrabamın zoru ve fotokopi marifetiyle büyütmüş, kreşin kabul salonunun duvarına “Aha görün işte, psikoloğumuz bile var!” dercesine asmıştık.

Çocuklarla hemen kaynaşmıştım, beni sevdiklerini de hissetmiştim (bu önemli çünkü çocuk sevmezse gelişmez, inanın bu doğru). Eğitim planlarını yapmaya başlamış, bakıcı ve eğitmen arkadaşlarımla uyum içinde çalışıyordum. İlk haftanın sonuna doğru kendime güvenim gelmişti. Ama heyhat! Hayat şamarını gizliden vurmayı planlamış ve planı devreye sokmuştu. Bugün hâlâ aklımdadır, ikindi kahvaltısında ağlamaya başlayan bir çocuğun yanına gitmiş, minik sandalyesinin yanına diz çöküp, “Ne oldu, neden ağlıyorsun?” demiştim, ama miniğin(!) feryadından kendi sesimi bile duyamıyordum. “Ama ağlarsan seni anlayamam ki!” dediğimde minik(!) sustu, bana doğru döndü ve ikindi kahvaltısının tam çiğnenmemiş bölümü de dahil olmak üzere tümünü yüzüme servis etti.

‘Olabilir, ben buna hazırlıklıyım, çocuk sonuçta, hem küçücük bir çocuk, yapar, çocuklara anlayışla yaklaşmayı öğrendim ben bölümde’ ifadesi yüzümde, miniğin yanından ayrıldım. Bunu kimsenin fark etmediğini daha sonra anladım, çünkü mimiklerimi görmeleri için gidip, yüzüme servis edilen ikindi kahvaltısını temizlemem gerekiyordu.

Ben yanından ayrılırken minik haykırmayı bırakmış, kaşığı masanın üstüne, kendini yere fırlatmıştı. Bakıcı ve eğitmen arkadaşlarım zarar görmemesi için miniğin başına üşüştüklerinde, ben banyodaydım ve çenemden akıp gömleğime bulaşmak isteyen (çilek reçeli) akıntıya karşı koymaya çalışıyordum. Yedek gömleğim yoktu (olmalıymış, hayatın derslerinden biriydi, bu okulda okutulmuyor), peçeteye acilen ulaşmalı ve akıntıyı engellemeliydim. Ama nafile… Gömleğimde kocaman bir leke, yüzümde kendini bile kandıramayan bir gülümseme, odama gittim.

Minik mi? Artık o da tek başına değildi. Ondan gaz alan birkaç minik(!) daha anarşik faaliyetlere başlamış, kreşi birbirine katıyorlardı. Eğitmen arkadaşımla göz göze geldik ve tanışmamızın arkasından yaptığımız toplantıda “Jean Piaget’nin dediği gibi… İşlem öncesi dönem çocuklarına daha şefkatli yaklaşmalı, sesimizi dahi yükseltmeden…” diye uzayıp giden bir tirad atmıştım. Hayır, benden önce de çocuklara olması gerektiği gibi davranılıyordu. Sadece arada sesler yükselebiliyor, emir ve komutlar veriliyordu. Ben galiba bunun bile önüne set çekmiştim, azıcık pişmandım; ama kitapta yazan neyse ben onu söylemiştim.

Kreş çatısının altında küçük bir ayaklanma yaşanıyordu ve müdahale etmezsem sonuçları kötü olacaktı. Kayıt defterini elime aldım, soluklandım. Ufaklığın anne ya da babasını arayıp durumu aktaracak, bir manileri yoksa gelip sevgili çocuklarını almalarını isteyecektim. Ayrıca miniğin yaşadığı ‘sinir krizi’nin arka planını da kendileriyle konuşup, neden şiddete eğilimli olduğunu anlamaya çalışacak, çözüm yolları konusunda fikir alışverişinde bulunma fırsatı yakalayacaktım.

Piaget büyük adam kabul, Montesorri de sıkı eğitim bilimci, ama kuramsal olarak ortaya koydukları tezleri hayata geçirmek, bu coğrafyada neredeyse deveye hendek atlatmaktan daha zormuş. Ebeveynlere anlatıp, benimsetmek ise imkânsızmış.

Ebeveyni aradım (Nedense elim sürçmüş, anneyi arama gafletinde bulunmuştum). O zamanlar cep telefonu yok. Hanımefendiye çalıştığı sağlık ocağından zar zor ulaştım. Doktor hanıma durumu anlattıktan sonra aramızda şöyle bir monolog gelişti: “Çilek reçelini sevmiyor, niye zorluyorsunuz? Ben bile evde yediremiyorum, akılsız mısınız siz?… Sinir krizi geçirdi de ne demek, ufacık çocuk niye sinir krizi geçirsin, hemen geliyorum… Konuşmayın! Beni dinlemek zorundasınız, susun… Çocuğumu oradan alıp başka bir kreşe vereceğim. Sizin gelmenizle daha iyiye gideceğini düşündüğüm kreş iyice kötüleşti. Bir hafta olmadıysa olmasın bana ne…. Salak şey…” ÇAAAAT!

Kulağımda telefon kalakaldım. Gözlerim doldu. İlk haftam dolmadan ilk firemi veriyordum. Akrabam ne diyecekti, aileme ne söyleyecektim. En kötüsü hocalarım, “Biz iyi okuttuk ama bu kalın kafalı anlamadı ki bizi,” diyeceklerdi belki.

Bir saat kadar sonra doktor hanım geldi, odama girdi (öyle böyle değil ama çığlık çığlığa), “Çocuğum nerede?” diye bağırdı. Ben kem küm ediyor, ortamı yumuşatmaya, hanımefendiyi sakinleştirmeye, mesleki geleceğimi, kariyerimi kurtarmaya uğraşıyor, ama başaramıyordum.

Minik kapıda belirdi, suspus olmuştu. Hatta hafiften titriyordu. “Baaaak! Annen geldi,” dediğimizde, “Ona gitmem ben, o döver beni,” demesin mi?

“Salak salak konuşma, yanıma gel!” diye bağıran annenin kolundan tuttum. “Lütfen sakin olur musunuz?” dedim. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm, ben pamuklara sarıp sarmalamış, incinmesin diye yırtınmıştım, çocuğun içindeki şiddetin nedenleri üzerine kafa yormuştum… Halbuki şiddet evdeymiş.

O kreşte çok çalışmadım. Uzunca bir süre herhangi bir kreşte de çalışmadım. Psikoloji bilimiyle entelektüel düzeyde ilgilenmeyi sürdürdüm, ama psikoloji kariyerimi orada bir yerde bıraktım. “Eeee! Ekmek paranı nerede kazanıyorsun?” diye soruyorsanız; işte yanıt: Şimdi bir kreşte psikologluk yapıyorum. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin. Arada evlendim, bir kız çocuğu sahibi oldum ve onunla uğraşırken hayat bana çocuk denen ‘nazenin’ meselenin ne olduğunu etraflıca öğretti. Fakültede öğrendiğim ‘kuramlar’ kızımı büyütürken işime yaradı mı, yaradı sayılır, ama asıl bilgileri hayat üniversitesinin babalık bölümünden aldım.

Şimdi; yılların deneyiminden sonra aynı cümleyi rahatlıkla kurar mıyım, şüpheli. O geçmişte kaldı. Şimdi de, “Gelişim psikolojisinden anlarım,” derim ama, “Fakültenin dışına çıktığın anda karşılaştığın saha başka bir şeymiş,” demekten de kendimi alamam.

Çünkü kuramlar, kavramlar, kitaplar, ders notlarının fotokopisi, staj işe yarasa da, sahada hayatın kaba gerçekleri var. Ve kusura bakmayın, tüm bilgiçliğinize rağmen size sırıtarak bakıyor.

, ,
Share
Share