Aile mi dedin?
Aile nedir diye başlayalım. Sözlük anlamını sormuyorum, senin için örneğin, aile kim diyorum. Reklamlara göre, tatile çıkan (genellikle pek lüks şekilde), iftarda upuzun sofralara oturup oruç açan, yeni ve kıymetli arabalarını deneyen, diyelim ki ayranın en harika içecek olduğuna karar vermiş (bazen iftar reklamlarına da dahil olur bu), telefon tercihlerini ballandıra ballandıra anlatan ya da başı telefondan yana derde girmiş (Baba, ben ne yapacağım? Okulda bizden…) küçük bir insan topluluğu.
Gerçekte ise, genelde anne, baba ve iki-üç çocuktan oluşuyor. Eskiden aileler kalabalıktı, buna rağmen babanın maaşıyla geçinebilirlerdi. Şimdi anneler de çalışıyor, aileler de çekirdek. Yani, bizim neslin aile tanımı hayli sarsıldı. Bir evde oturursun. Anlaşırsın, anlaşmazsın, söylenir homurdanırsın, kavga edersin, gülersin, ağlarsın… Ama sonuçta sığınmak gerekince, gene ailenin kucağına koşarsın. Aslında bazen burada anlattığımızdan daha vurucu olabiliyor.
Bizim zamanımızda aile hep bir arada kalacağı düşünülen bir birimdi. Anneyle babanın boşanmasının şakası bile hoş değildi. Çok ayıptı. Ben ilkokuldan başlayarak liseyi bitirene kadar bunu saklamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sadece birkaç arkadaşım biliyordu. Sanki o boşanma beni de lekeliyor gibiydi, mahçuptum. Oysa evimizde hiç kavga dövüş görmemiş, kötü söz duymamıştık. Şimdi ise kimsenin boşanmaya aldırdığı yok. Belki de artık evliliğin doğal sonucu olarak görülüyordur.
Annemle babam ayrılınca, biz iki kardeş, Beşiktaş’taki evde annemle yaşadık. Arada babama giderdik. Babamı çok severdim, arkadaşımdı, nişanlımdı. Beni ona bırakmadı diye anneme düşman olmuştum. Sonradan, bize bakamaz diye bırakmadığı ve bunu düşünmekte çok da haklı olduğu anlaşıldı. Zaten sonradan benim nankör bir çocuk olduğum da ayan beyan ortaya çıkmıştır. Buna karşın, benim için aile, annem ve kardeşimle oluşturduğumuz üçlü gruptu. Babamın evine, arkadaş evine gider gibi giderdim, yasaklardan da uzakta kalırdım. Eh, çocuğu yılda üç kere yanına alırsan “sevilen kişi” olmak kolay tabii.
Öte yandan, iki ayrı ve küçük ailen de olabilir. Bazı arkadaşlarım işi böyle çözmüştü. Gerçi her seferinde başarılı olmuyor. Bazen yeni hanım, çocukla beraber babayı da evden atabiliyor. Ama pek önemi yok, çünkü bu durumda aile baba, o değil. Bizim babamız da iki kere evlenmişti. İkinciyle hiç anlaşamadım ama birinciyi, yani babamın ikinci eşini severdim. Hiçbir evden atılmadık, zaten o ev, babamın eviydi. Mesele şu ki, iki ayrı aileye alışmak zordur, hele yağcılık ve yalancılık etmezsen. ON8 Kitap’ın en parlak yazarlarından Zoran Drvenkar’ın Aleve Dokunmak’daki Lukas’ı gibi, hele kendine karşı dürüst davranırsan, çok kızdığın babayla ne kadar iyi anlaşacağını anlayabilirsin.
Bir de anneyle babanın aynı evde, birlikte yaşadığı aile var ki, ben onu on yıl kadar gördüm. Küçüktüm, pek bir şey anlamadım. Normal bir şeye benziyordu. Bu on yılın bir kısmında anneannem, bir kısmında babaannem bizimle oturdu. Aslında, anneannemin kendi eviydi. Ondan biraz korkardım. Küçüktüm, minderlerle pekiştirilmiş sedirine oturunca dev anası gibi görünürdü. (Oysa çok güzeldi) Bir de, saraylı hanımdı, artık ne demekse. Evde kimse kimseye bağırmazdı, bir tek ben azar işitirdim. Babam evdeyse eğer (Anadolu’da işleri vardı), pazarları bizi gezdirirdi. Arabası da o günlerde bizim araba olurdu. Babamla oyun oynardık, bezik falan. Bana satranç da öğretmişti.
Öte yandan, ilkokula gidene kadar çok hastalıklı bir çocuktum ve annem, başımdan hiç ayrılmazdı. Kadir kıymet bilir miydim? Yooo. Buna karşılık, o belalı ergenlik dönemini hayli vukuatsız geçirmiştim. Sonra babam Ankara’ya yerleşti ve hayatımıza ikinci bir şehir ile çok farklı bir yaşam girdi. Paraya para dememek, eş dost toplayıp gezmek, yemeklere gitmek… Kitaplar ile plaklar bu evde de vardı. Annem ise, şimdi neyin “bilen kişi”si oldumsa onların hepsini küçük yaştan beri bana öğreten, kitaplar okuyan, konserlere, tiyatroya, sinemaya ve hatta maçlara götüren kişidir. Herkes böyle dolaşır sanırdım, dolaşmıyorlarmış.
Hiç anlaşamadığımı sandığım annem aslında zevklerimizin en uyuştuğu kişiydi. Şimdi bakıyorum da, belki de en doğrusu aileyi bir kişiye, tek bir limana indirgemek, ona güvenmek. Benim limanım annemdi. Şimdi, yıllar sonra, hep onunla konuşuyorum, onu hatırlıyorum. Söyleyemediğim bazı şeylere yanıyorum. Çok sevdiğim babam (hâlâ çok severim) için bir şey yazmaya bile kalksam, bir bakıyorum, sonunda yollar anneme varmış.
Aile durumundan hoşnut değilseniz, aldatıldığınızı düşünüyorsanız, hedef küçültün. Sizin için aileyi temsil eden ve pek hayalkırıklığına uğratmayan bir kişi vardır mutlaka. Siz o sıralar farkına varmasanız bile bu da genelde anneniz oluyor. Babanızı çok mu seviyorsunuz? Sevin canım, daha zengin bir aile olur.