Arap Fırını Sokağı’nda neler oluyor!

Arap Fırını Sokağı’nda neler oluyor!

AHMET BÜKE
03 Nisan 2013

İsmet Amca’nın dükkânı Arap Fırını Sokağı’nda. Eski, cumbalı bir Rum evinin giriş katı. Ev o kadar eski ki Lodos fırtınası çıktığında geriye doğru kaçacak gibi oluyor.

Dedem, “Bir gün hepimizi Kadife Kale’den toplayacaklar,” diyor.

“Sen, ben, Bedo ve kitapları, Mardinli midyecilerin pilav kazanına düşeceğiz.”

Yine de oradan vazgeçmiyor. Bakmayın dedemin dediğine. İkisinin ömrü bu sokakta, yazları sokağı örten hanımeli çardağının altında, kışları da dükkânın ortasındaki kovalı kömür sobasının etrafında geçmiş. Üstelik kitap sevenlerin burnu tilki gibi oluyor. Bu sapa sokaktaki yeri illaki buluyorlar.

“Dünyanın en gizli kitapçısı,” diyor dedem buraya.

Belki de ondan dükkânın girişinde “Atlantis Kitapçısı” yazıyor.

Kapıyı açınca dev gibi bir fotoğraf var. Hüseyin Baradan, İsmet Amca’nın yakın arkadaşıymış. Beraber Fuar Göl Gazinosu’nda masa donatıp çektirmişler. İsmet Amca ne zaman efkârlansa dedem, “Ben Hüseyin Baradan / Çekilin siz aradan” diye şarkı söyleyip onu güldürmeyi başarır.

Geçen gün Youtube’dan o şarkıyı buldum. Gerçekten çok komik bizim ihtiyarlar.

Otobüsten iner inmez yağmur başladı. İzmir’in Nisan yağmurları müthiştir. Bazen geceler boyunca yağar. Sabaha sadece ıslaklığı görürsünüz. Bazen de günün en olmadık saatinde, güneş iki dakikalığına Çatalkaya’dan gelen bulutlarla kapandığında bastırıverir.

Koşarak vardım Arap Fırını Sokağı’na.

Atlantis Kitapçısı’nın demir kapısı aralıktı. İçeriye girdim. İsmet Amca eliyle “sus” işareti yaptı. Kitap yığınları arasındaki koltuğa çöktüm.

Yine ses kasetine şiir okuyordu. Yutkundu. Bir yudum aldı önünde duran bardaktan.

“Güzin Hanım, bu hafta size Edip Cansever’in çok sevdiğimiz şiirini okumak istiyorum. Maalesef bu şiiri artık okullarda sansürleyerek okuyorlar.”

Dışarıda yağmur yeniden başladı. Bir kedi miyavladı kapının önünde. İsmet Amca gözlüklerini düzeltti. Başladı.

“Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.”

Durdu. Yağmur da durmuştu. Kedi gitmişti artık kapının önünden. Teybi kapattı.

“Nasıldı?” dedi.

Elimle “Harika!” işareti yaptım.

Masasının üzerinde duran kitabı kucağıma attı.

“Oku, bak. Tam senlik.”

Katilin Gözyaşları

Yazarı Anne-Laure Bondoux. Kapağındaki bıçağa bittim. İnternete girip yazarın yüzüne bakmam gerek. Ama eve kadar sabretmek istemedim. Şeytan “Okumaya başla işte,” diye dürttü beni.

“İsmet Amca, polisiye mi bu?”

“Bence değil. Gece uyku tutmayınca bitirdim. Daha fazla anlatmayayım ha?”

“Evet, evet,” dedim.

“Aman ha!”

Dükkânın arkadaki küçük bahçeye bakan odasına yürüdüm. Kanepeye attım kendimi; kitaba başladım.

Buraya kimse tesadüfen gelmezdi. Çünkü burası dünyanın sonuydu; Şili’nin, Büyük Okyanus’un soğuk sularının dantel gibi uzanan en güney ucuydu,” diye başladı kitap.

Sonra aktı gitti.

Kimsenin tesadüfen gelmediği o topraklara “tesadüfen” gelen bir katilin nefesiyle aktı kelimeler. Acımasız adamın adının Angel olması tesadüf değildi galiba.

Angel daha önce okuduğum katil karakterlere hiç benzemiyordu. Onlar kadar soğuk ve becerikliydi elbette. Ama ben onun öldürme ihtiyacını uzun süre anlayamadım. Soğuk çölden topraklara kaçan bir adam yoluna çıkan çiftliğe geliyor, ona çorba ve yemek sunan karı kocayı aniden ve hiç düşünmeden öldürüyordu. Sıra evin küçük çocuğu Paolo’ya gelince adam duruyordu. Sayfalarca Paolo ve Angel’in arasında başlayan dostluğu okudum.

Her sayfa beni sarstı galiba.

Angel’in giderek bir baba gibi küçük Paolo’ya bağlanması; Paolo’nun, Angel’in ona verdiği yeni hayatla beraber dünyayı ve kendini anlamaya çalışması bütün bildiklerimi ters yüz etmeye yetmişti. Kitap ilerledikçe Angel’in, yani öldürerek var olan birisinin yaşamak için birisinin varlığına ihtiyaç duyan başka bir kişiliğe dönüşünü içim gerilerek okuyordum.

Bir yerde durdum. Bu böyle olmayacaktı.

İsmet Amca’nın yanına döndüm.

“Sence ben de değişebilir miyim?”

Baktı bana. Gülümsedi.

“Sen katil değilsin.”

“Olsun. Böyle birisi olmak istemiyorum ama.”

“Nasıl birisi?”

“Bedrettin gibi işte. Limana gidip, annemi ve dedemi düşünmeden, Peru’ya giden bir gemiye binmeyi, arkama bakmadan gitmeyi istiyorum.”

Koltuğuna yaslandı.

“Daha çok gençsin. Değişmek istersen yüz defa değişebilirsin.”

Bu ihtiyarlara çok kızıyorum. Her şeyi bildiklerini sanıyorlar.

Tek kelime etmeden kapıya yöneldim. Arkamdan seslendi.

“Kitabın sayfalarını kıvırmadan getir. Satamam yoksa.”

Evet, her şeyi biliyorsunuz siz! Limana gidiyorum oysa şimdi. Döneceğimi kim söyledi.

Deniz kenarına gidip oturdum. Gemileri izledim. Fransız bayraklı büyük yolcu gemisi benimle dalga geçer gibi düdük çalarak önümden geçti.

İnternet kafenin birisine girdim sonra. Ekşi sözlük hesabımı açtım. Kitaptan şu alıntıyı yazdım.

“Denize uzun süre baktığınızda bazı şeylerin oluverdiğini hissedersiniz.” s.74

Sayfalarını kıvırmadan sahilde, bir banka tüneyerek kitabı bitirdim.

19.03.13

, , , , , , ,
Share
Share