Aşklara meftun, hikâyelerden mecnun!

Aşklara meftun, hikâyelerden mecnun!

SEVİN OKYAY
Zamanlı Zamansız - 12 Mart 2016

Sayfa arkadaşım Ahmet Büke’nin yeni kitabı ON8’den çıktı: Gizli Sevenler Cemiyeti. FABİSAD’ın (Fantazya ve Bilim Kurgu Sanatları Derneği) kurucuları arasında hasbelkader yer almış biri olarak, fantastik yazarı gördüğüm yerde tanırım. Ne zamandır Ahmet’te de bunu seziyordum. Üstelik de, Kayıp Dua Kitabı’nı okumadığım ve bu kitapla Xsasiork yarışmasında ödül aldığını bilmediğim halde… Zaten bizim dernektekiler de onu ilk bizim keşfettiğimizden dem vuruyor.

Hoş, fark etmezmiş. İnsan Kendine De İyi Gelir’i okumak yeterdi, mesela. Ama Gizli Sevenler Cemiyeti’ni okumak öte bile geçer. “Çalışmak Kötüdür”, bolca mizah içerdiği halde, korku’nun kıyısına gelip dayanıyor. Öte yandan, karakterlerini unutmak da mümkün değil. Önce anlatıcımız, sonra Berber Kâzım (baş karakter olmasa da, işi karıştıran o) ve nihayet Ressam Ruhan. Yanında iş bulduğu kişi: “Bu defa torpille iş buldum,” diyor kahramanımız. “Ne yapabilirdim? Buna mecbur bırakanlar utansın”.

“Beni Ahmet Büke yazdı,” cinsinden bir giriş işte. Ama asıl Büke imzası, hikâyenin diğer üç kahramanına yazılı. Ressam Ruhan’ın beslediği, elemanı da onlara baksın diye işe aldığı iki sincap. Anlatıcımızla öyle uğraşıyorlar ki, onların içinin nefret dolu olduğuna karar veriyor. Bir de hayvanat bahçesi kaçkını atmaca var, adı Ustura. Aklı fikri bu iki sincapta. Kitapta en sevdiğim hikâyelerden biri.

Eski bir Büke okuru ve nenesiyle dedesinin gözü kara bir hayranı olarak, kitaba başlayışına da bayıldım tabii: “Nenem ve Dedem İçin Sözlük”. Uzun bir sözlük, kırk sayfayı aşıyor. Bölüm bölüm: Baykuş, giz, korporasyon, memur, nef, pişi, piyes, rastık, tayga ormanları, zemberek, aşk. Ama onlar kadar sevdiğim bir eski aşina hikâyesi daha var: Hissikablelvuku Yemenisi. Yemeninin sahibi Arap Hatçam Teyze, edebiyattaki en sevdiğim karakterlerden biri. Karşımıza her gelişinde de, kendisi hakkında yeni bir sırrı açığa veriyor.

Ancak, yazarımızdan bir şikayetimiz olacak. Epeyce vakittir ON8 Blog’daki köşesinde yeni bir hikâye görmüyoruz. Olmaz ama… Gerçi Can Yayınları’ndan iki kitabının, Alnı Mavide ile Ekmek ve Zeytin’in üçüncü baskıları yapıldı, üstelik farklı kapaklarla. İyi de, biz onları zaten okuduk (Yeniden almayacağımız anlamına gelmiyor, tabii. Sincaplar kapakları sever belki). Yenilerini istiyoruz, “aşklara meftun, hikâyelerden mecnun” mahallede neler olup bitmiş bakalım… Büke bunlarda ille de kronolojik bir sıra izlemediğine göre, olur mu olur. Ne yapıp yapalım, yenilerini yaratalım. Yürüyelim anacım. (Başka bir yerde kullanınca biraz şaşkınlık yaratmış şu cümleciği hemen açıklayayım: o da bir başka hikâyenin adı.)

Mizahla karışsa da en acı şeyleri çekinmeden yazan, politik olmaktan asla çekinmeyen (adım atmanın bile politik bir yanı olduğunu düşünüyor) Ahmet Büke, yazmak için ille de bir etiket, tarz, ekol falan istemiyor. Geldikçe yazıyor, sonra bakıyor ve severse tutuyor, sevmiyorsa atıyor. Ne de olsa, bilgisayar devri. Gözlemekte usta, öylesine otururken de gözlüyor insanları. Yazmak için özel bir yere ihtiyacı yok, nerede olursa, ne zaman olursa (kahvede mesela, veya öğle tatilinde) oturup yazabiliyor. (Bu vesileyle, yukarıdaki paragrafa da dönüyoruz: Yürüyelim anacım. Yazalım biraz.) Hem hayatın en küçük ayrıntılarıyla ilgili, hem de en kaçınılmaz gerçekleriyle. Ve de hayallerle elbet, hayalsiz hikâye olur mu?

Ahmet Büke benim çok sevdiğim bir hikâyeci. Hem anlatış biçimi, hem de anlattıkları nedeniyle. Nasıl yazdığını da herkesin anlayacağı şekilde yazdığı için. Bir de, okuru ve arkadaşı Haluk Kalafat’ın bir yazıda anlattığı o emsalsiz ekonomi nedeniyle: “Sözcüklerde tasarrufu yavaş yavaş mükemmelleşti, özün vuruculuğu artıkça arttı. Kısaldı, kısaldıkça keskinleşti, dokunduğu yerde daha çok iz bırakır oldu.”

Bir de, iki yıl önce Notos’un Sait Faik dosyasında yazara yazdığı mektup var Ahmet’in. Şiiri tarif ettikten sonra, hikâyeye/öyküye geçiyor:

“… öykü çolak kolunu saklayan bir çocuk hüznünde geliyor insana. Geliyor ve şurana konuyor. Gitmiyor. Kovmaya da gönlün razı olmuyor. Çünkü senden uçup gitse, bir başka nefese çarpmadan solup düşecek. (…)

“Öykünün zayıflığında bir güç, zorluğunda bir kolaylık olduğunu görüyorum. Onu çok az insan önemsiyor ama belki de bu yüzden dünyayı etkiliyor hissettirmeden. Başarmak çok zor ama sadece ilk cümle ile aşılıyor her şey.”

Müsaadenizle üstat. O kadar da kolay değil hani…

, , , , ,
Share
Share