“Aslan gibi” bir söyleşiden arda kalanlar
24 Kasım Cumartesi günü 31. İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı kapsamında ON8 Kitap’ın düzenlediği budevirdeedebiyatın@gençlerlearasınasıl başlıklı Levent Erden, Aslı Tohumcu söyleşisine konuk olduk. (Biz kimiz, kaç kişiyiz?)
“Kim bu insanlar?” diye soracak olan olursa diye kısaca belirteyim hemen; Levent Erden en basit tabirle bir pazarlama gurusu, resmi tabirle ise pazarlama iletişimi uzmanı, artık her ne demekse. Aslı Tohumcu ise -yazarlığı ve anneliği dışında özellikle bu söyleşideki sıfatıyla- ON8’in yayın koordinatörü. Söyleşi boyunca Aslı Hanım sordu -ya da sormak için fırsat kolladı, Levent Erden yanıtladı -ya da konuştu.
“Genç kimdir?” sorusuna “Gencin yaşla, başla alakası yok! Öyle söylersem kendime haksızlık etmiş olurum, genç benim!” cevabı veren Levent Erden, meselenin merak etmekle de çok alakası olmadığını belirtti: Merak etmenin gençlere, yaşlılara ya da herhangi bir topluluğa mal edilemeyecek kadar geniş bir kavram olduğunu, insan olmanın temelini oluşturduğunu anlatan Erden kendisini “‘Merak ediyorum, öyleyse varım‘cılardanım” diye tanımlıyor. Konuşmasında yaşadığımız devre değinirken, devrin en dikkat çekici özelliği olarak yeniye adaptasyon hızına dikkat çektiği kısımda bir hatırasını anlatıyor: “17 yaşımdayken bir sevgilim vardı, Etiler’de otururdu. Taksim’de ayrılırdık, kızcağız otobüse binerdi, ben koşar postaneye telefona jeton atardım, çevir sesi gelene kadar kız evine ulaşmış olurdu, öyle konuşurduk. Çevir sesi diye bir şey vardı, bilir misiniz?”
Söz elbette dönüp dolaşıp sosyal medyaya geldiğinde Levent Erden “Sosyal medya ‘sosyal’ falan değildir!” diyerek; insanların yalnızlığına, fiziki değil özellikle ruhsal yalnızlığına değinmeden geçemedi ancak bu yeni düzenin, insanlara kendini ifade hakkı tanıdığının, yani medyanın aracılığından kurtardığının da altını çizdi. Günümüzde sadece Twitter sayesinde ya da Youtube’a yüklediği video vasıtasıyla tanınan, meşhur olan ve hatta para kazanan insanların varlığından bahsetti. Ayrıca özellikle Twitter’ın birçok şeyden haberdar olmasını, neyin ne olduğunu öğrenmesini sağlayan bir mecra olduğunu da söyledi. Yine de sevgiliye hislerini dört harfle, “s,v,y,m” ile anlatmanın kendisi için yeterli olmadığını ve bunu tam olarak anlamlandıramadığını ifade etti. (Tam bu noktada böyle bir şeye karşı olmadığını, sadece şahsi görüşü olarak hoşlanmadığını ısrarla belirttiğini söylemem gerek tabi.)
Mevzu bahis gençler olunca okullar ve sınav sistemi de paylarına düşeni aldılar elbette Levent Erden’in konuşmasından: “Bu boktan sınav sisteminde biri doğru beş tane şık var ; A B C D E. Doğru olanı bulursan adamsın, bulamazsan Mahmut!” dedikten sonra her problemi formüle bağlamak, çözümleri basitleştirmek, her meseleyi en kolaya indirgemek isteğinin bu sistemin ürünü olduğunu ve bu durumun çözüm aramaktan uzak duran, az düşünen ve az merak eden insanların yetişmesine neden olduğunu söyledi.
Kitap fuarında olduğumuz gerçeği ve söyleşiyi Erden’in deyimiyle “ince eleyip sık dokuyan, olmayan zamanlarda okunsun diye en iyisini seçmeye uğraşan bir avuç enayi, bilumum deli“den mürekkep ON8’in düzenlemesi nedeniyle konu elbette edebiyata da geldi. “Edebiyat tanımının içini eğitim sistemiyle boşalttık, uzaklaştırmak için elimizden geleni yapıyoruz” diye söze başlayan Erden okumanın kişisel bir amaca yönelik olduğunu; kendimizi tatmin etmek, aynaya baktığımızda gördüğümüz kişiden memnun kalabilmek, farklı olabilmek ve hayatın kötü yönleriyle başa çıkarken bizi koruyacak zırhımızı sağlamlaştırmak için okumak gerektiğini vurguladı. Beş yaşında okula başlayan yeni nesiller yetiştirdiğimiz şu günlerde zamansızlıktan en çok muzdarip olanların öğrenciler olduğuna değinen Erden, neyi okuyacağımıza karar verme aşamasında ise bu zırhı güçlü kılmada bize yardımcı olacağına inandığımız eserleri seçmek gerekebileceğini söyledi. Aslı Tohumcu’nun kapitalist sistemin hedef tahtasında oturuyorlar diye nitelediği gençlere dayatılan maddi numaraların, bize dayatıldığı derecede önem arz ettiğini, “adam olmanın” pek de matah bir şey olmadığını belirtti. Konuşmanın devamında…
Tamam, ben sıkıldım! Ajansa haber nakletmiyoruz burada, söyleşiye katılamayanlar için iki fikir vereyim istedim, geldiğim noktaya bak! O onu demiş, bu bunu söylemiş… Ben kısaca kendi gözlemlerime geçiyorum efendim, dedim ya; sıkıldım bu ağızdan!
Söyleşi baştan sonra “hareketli” geçti. Daha doğrusu Levent Erden’in öyle bir üslubu var ki, ne anlattığına bakmaksızın, o anlatsın siz dinleyin! Dersine iyi çalıştığı belli olan Aslı Tohumcu ise yerinde müdahaleler ve kıvamlı sorularla oldukça güzel belirledi söyleşinin rotasını. Dinleyicilerin çoğunluğunu öğretmenleriyle gelen okullu çocuklar oluştursa da benim gibi yirmili yaşlarında olanlar, orta yaşın biraz üstü hatta altmışlarına merdiven dayamış dinleyiciler de vardı. Soru cevap kısmına gelindiğinde, bizimle beraber salonda bulunduğunu belirtme ihtiyacı duymadığı edebiyat öğretmenini Erden’e şikayet eden öğrencinin ardından, aynı öğretmenin kızı da kendisinden şikayetçi olunca ziyadesiyle neşeli bir ortam oluştu tabi. Bu noktada şahane salvolar ve ince manevralarla konuyu toparlamayı başardı Erden. ON8 Kitap ile ON8 TV arasında kavram karmaşası yaşayan bir genç de neşemize neşe kattı!
Özetle değişen okuma alışkanlıklarından, sosyal medyaya; yayınevlerinin pazarlama stratejisinden, gençlerin dünyasına kadar oldukça geniş kapsamlı bir bütün ele alındı konuşma boyunca. En kısa yoldan bir sonuç çıkartmak gerekirse -ki bence gerekmez aslında- Erden’den alıntılayarak söyleyebilirim: “Herkesin anlatacak, herkesin dinleyecek bir hikayesi var. Dayatılacak kurallara değil…“