Bahar Gelsin Gül Açılsın
Artık kış mevsimine biraz alışmış olsam da, doğanın yeniden canlandığı, insanları da peşi sıra sürüklemeye çalıştığı baharları daha çok severim. Eskiden de heyecanla bekliyormuşum, belli. Eski bir yazımda bu arzumu dile getirmişim:
“Aslında bahar olsun istiyordum, hem de çok. Fısıldayarak, ürpererek çıkagelsin; ağaçlar, çiçeklerimize vakitsiz mi büründük diye endişeye kapılmaktan kurtulsunlar; ılık ılık bahar yelleri essin, Nisan yağmurları adam gibi, yağmur gibi yağsın. Ağaçların, diyordum, yavaş yavaş, neredeyse hissettirmeden yeşermesini yazayım, çiçekler yavaş yavaş dallara, saplara konsun, hepsinin keyfini çıkarayım. Bahçedeki koltukta oturayım, sırtıma da bir hırka alayım. Her ihtimale karşı, çünkü bahar, malum, serin olur. Hele akşama doğru. Çok istiyordum ama, hepsi birer birer hayal oldu. Anlaşılan, İstanbul’da ilkbahar ikinci bir emre kadar yasaklanmış.”
Şu sıralar fena sayılmaz gerçi, sık sık bahar kaprisiyle karşı karşıya kalsak da. Sabah çıkıyorsun, serin. Derken, güneşle birlikte sıcak basıyor. Akşamüstü ise, “Ah, keşke ceketi yanıma almış olsaydım,” diye hayıflanıyorsun. Bir ay kadar önce, o soğuk günlerden bir cumartesi, arkadaşım Müren’i de kandırıp mimoza görmeye Göztepe Parkı’na götürmüştüm. Harikaydı! Şimdi de laleler öyle: buzlu pembe, kırmızı, mor… Gerçi bu cumartesi biraz zor. Lalelerin de ömrü uzun değildir, inşallah yakalarız. İstanbul Film Festivali doğa muhabbetine biraz sekte vuruyor da. Öte yandan, ilk leylaklarımızı alıp vazolara koyduk diye seviniyordum ki, akşam bir geldim, hangisi yaptı bilemiyoruz ama, kediler vazoyu dolabın üstünden aşağı savurmuş.
Olsun, kedi patileri de, bahar kaprisleri de bu mevsimin ağır toplarının önünü kesemez: Hıdırellez ile Paskalya. İkincisi benim hayatımda daha fazla yer almıştır. Tabii bunda, benim çocukluğumda Paskalya’nın herkes tarafından kutlanıyor olmasının da payı var. Ben, 6-7 Eylül’den sonra ortadan kaybolan oyun arkadaşlarım Hristo ile Kosta için “Memleketlerine gittiler,” denince nasıl şaşırdıysam, yıllar sonra Paskalya’nın bizim bayramımız olmadığını öğrenince de aynı şekilde şaşırmıştım. Aldatıldığımı düşünmüştüm. “Niyeymiş? Bizim bayramımız. Paskalya çöreği alıyoruz, yumurtaları boyuyoruz.”
Beşiktaş’ta Fadıl Pastanesi, her şeyi olduğu gibi, Paskalya çöreğini de çok güzel yapardı. Ama annemin Beyoğlu taraflarında özel Paskalya çöreği yerleri de vardı. Bağrımıza bastırıp eve döner, hemen yemek isterdik. Hâlâ da bayılırım, çok tatlı da olmayan hafif bir çörektir. Üstelik, yapılmaları için ille de Paskalya olması gerekmiyor.
Ama çörek ne kadar güzel olsa da, rengârenk yumurtaların yerini tutamaz. El becerisi olmayan bir çocuktum, gene öyleyim. Annem de haklı olarak bu işlerde bana pek güvenmezdi. Gene de, yumurtaları haşlayıp soğutup boyamama izin verirdi. Zaten o izin vermese, evden haşlanmış yumurta getirip okulda boyardık. Çok eğlenceliydi, çok. Bu renk renk haşlanmış yumurtalar dışında, Paskalya bize çikolatadan yumurtalar ve hatta tavşanlar da getirirdi. Çikolata sevmesem de, tavşanları severdim. Gayrimüslim komşularımız, ahbaplarımız da armağanlarıyla midemizi bozmamıza yardım ederlerdi. Bu bayramın dini yanından neredeyse habersizdim.
Hıdırellez’i ilk önce, gül fidanlarına dilek asma sayesinde öğrendim. Ancak belli bir vakitte asman gerekiyordu. Ne yazık ki, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecede cesur bir çocuk gibi uyanık kalacağıma, mışıl mışıl uyurdum. Hıdırellez, kışın bittiğine işaret ediyordu. Ya o gün ya da ilk hafta sonunda pikniğe götürülme ihtimalimiz de vardı. Bu güne adını veren iki kardeşten sadece, dünyada darda kalanların yardımcısı olarak kabul edilen Hızır’ı biliyordum. Denizler hâkimi olduğuna inanılan İlyas’ın rolünü sonradan öğrendim. Ne var ki, Hıdırellez benim kafamda hep “Hızır’ın Günü” olarak kaldı. Baharda, insanlar arasında dolaşıp bolluk, bereket ve sağlık dağıtan oydu sonuçta.
Paskalya Bayramı bu yıl Nisan’ın 16’sında, Pazar günü kutlanıyor. Sinsi sinsi, yumurtacılarla tavşancıları kollamaya başladım. Annemin bana okuduğu ilk kitaplardan birinde, bahçıvan Matyö Baba’nın başına bela olan Jano diye yaramaz bir tavşan vardı. Kendime oyuncak tavşanlar aldırır, adlarını Jano koyardım. Çocukluk arkadaşlarımın ilki ve en kıymetlisidir. Çikolata tavşanları, biraz da bu yüzden yiyememişimdir. Ona bakarsanız, yumurtalara da kıyamaz, sonunda yenmez hale gelince atardık. Çörekleri afiyetle yerdik. Bana gönderilen bir fotoğraftan, çok sevdiğim bir arkadaşımın elleriyle Paskalya çöreği yaptığını anlamış bulunuyorum. Arkadaşları ihmal etmemek lazım, bugün yarın ziyaretine giderim artık.
Peki, pikniklerin durumu neydi? Pikniğe sadece Hıdırellez’de mi gidiyorduk acaba? Annem, titiz bir hanım olarak pek sevmezdi böyle gezmeleri, hayli yalvarmak gerekirdi. Neyse ki, Beşiktaş’taki evimizin de, Maltepe’deki yazlığın da bahçeleri vardı. Hele Maltepe bahçesi, içinde 80’den fazla ağacın olduğu kocaman bir bahçeydi. Bu sayede ağaçlarla, çiçeklerle, meyvelerle, börtü böcekle haşır neşir olarak büyüdük.
Olsun varsın, benim şimdi de sıcaklarda küçük bir vaha oluşturan güzeller güzeli, yemyeşil, gölgeli, hışırtılı bir bahçem var. Her zaman da serindir, esintilidir. İster güneşlen, ister gölgeye kaç. Biz ne yapıyoruz? Bahçeye hazine bulmuş gibi dalan kediler dışında, azami ihmal gösterip, ona “çamaşır asma yeri” muamelesi ediyoruz. Çok şükür ki, bahçenin aldırdığı yok. Yan evlerin bahçeleriyle kolkola girmiş, müşfik nazarlarla bizi süzüyor. Çamaşırlarını asarsan, ne âlâ! Güneşte kurutur, çiçeklerle avutur, mis gibi kokutur. Kedilere gelince, bahçelerle kedilerin gizli anlaşmaları var zaten. Dışarı çıktıkları zaman, tıpkı çocuklar gibi onlara ilgi göstermenden utanan, yabancı taklidi yapan kediler, bahçe ile yekvücut oluyorlar. Bir bahçeden diğerine gizli geçiş noktalarını da en iyi onlar biliyor. Kuşlar ise, başımızın tacı, bahçelerin en has sakinleri.
Bahar gelsin, gül açılsın. 5 Mayıs gecesi dallarına dilek bağlayalım. Götüren olursa 6 Mayıs’ta pikniğe gidelim. Ama Paskalya daha yakın, yarın. Yumurta boyama âdetini biliyor muydunuz? İşbaşına öyleyse. Paskalya çöreklerinizi alın, çikolata tavşanları da unutmayın. Elini çabuk tutmakta fayda var.