Ben Olmadan
Araba bozuk yolda dengesini bulmaya çalışır gibi sarsılarak ilerliyor. Erdem, bütün dikkatini yola vermiş, asfaltta inşaat kamyonlarının bıraktığı çukurlara girmemeye çalışıyor. Arada ince, metal çerçeveli, aynalı güneş gözlüğünü burnunun üstüne oturtuyor. Ben dikiz aynasından, arkada kalan tozlu yolları, yol kenarlarındaki dikenli çalıları seyrediyorum.
“Arabanın altı alçak, ne zaman bu yola girsem mutlaka vuruyorum,” diyor.
Cevap vermiyorum. Uzanıp radyonun düğmesini çeviriyorum. Cıs-tak cıs-tak bir müzik doluyor arabaya. Sanki müzik oradan dışarı çıkacakmış gibi, camı açıyorum. İçeriye kuru ot ve erimiş asfalt karışımı bir koku doluyor.
“Neden açtın, klima çalışıyor ya?”
“Temiz hava almak istedim,” diyorum. “Biraz midem bulandı,” diye de uyduruyorum.
“Açsın da, ondan. Biraz ilerde bir gözlemeci var, çok güzel gözleme yapıyorlar. Hele patlıcanlısı…”
“Tamam, dururuz orada.”
Yeniden susuyoruz. Daha doğrusu, ben camı kapayıp, başımı yaslıyorum. Arabanın sarsıntısıyla titreyen camın başıma gönderdiği dalgalar tuhaf bir şekilde baş ağrıma iyi geliyor. Sağ taraftaki, tarlalara bölünmüş arazinin kenarında bitmiş yabani otlar, böğürtlenler, katırtırnakları bir görünüp bir kayboluyor.
“İyi misin?” diyor Erdem arada bir.
“Hı, hı,” diye cevaplıyorum onu.
“Heyecandandır belki,” diyor. Kıs kıs gülüyor, omuzlarını sarsarak.
Annesi babasıyla tanıştıracak beni. Bu amaçla yazlık evlerine gidiyoruz. Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim, dedim. Dinlemedi. Aklı sıra çok önemli bir iş yapıyor ya da bana, beni ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor gibi. İlk defa bir kız arkadaşımla tanışacaklar, diye tekrarlıyor sürekli.
Nihayet sözünü ettiği gözlemeciye varıyoruz. Briketten yapılma, ön tarafı brandalarla çakıl zemine doğru uzatılmış, derme çatma bir yer. Arabanın tekerlekleri çakılları hışır hışır yararak duruyor. Bizden başka iki araba daha var. İnip, gölgede bir masaya oturuyoruz.
Beyaz yazmalı bir kadın, elektrikli sacın başında bir yandan gözleme açıyor, öbür yandan elindeki tahtayla, pişmekte olan gözlemeleri çeviriyor. Bu işi öyle bir hızla yapıyor ki, hayretle bakıyorum.
“Ne’li istersin?” diyor Erdem, Aynı anda da, gözlemeci kadının oğlu olduğu anlaşılan bir çocuğu sipariş vermek için yanına çağırıyor.
Az sonra çocuk, ayaklarını sürte sürte yanımıza gelip, usanmış bakışlarını gözlerimize dikiyor.
“Ne’li istersin?” diye bir daha soruyor Erdem, çocuktan bir ses seda çıkmayınca.
“Fark etmez,” diyorum.
“İki patlıcanlı, bir de kıymalı getir,” diyor çocuğa. “Kıymalıyı bölüşürüz.” diye açıklıyor bana da.
Çocuk, konuşmamaya yemin etmiş gibi, kafasını sallayıp uzaklaşıyor. Gidip annesine siparişlerimizi söylüyor.
“Annem seni çok sevecek bence,” diyor Erdem. “Ama sakın elini öpmeyi unutma. Böyle şeylere çok takılır. Babamın elini öpmek zorunda değilsin. Zaten hoşlanmaz.”
Bir şeyler daha anlatıyor. Oraya varınca beni nelerin beklediği, ne yapmam, ne yapmamam gerektiği ile ilgili uzun bir konuşma. Ses çıkarmadan dinliyorum.
O sırada çocuk, elinde gözlemelerimizle geliyor. Söylemediğimiz halde iki de ayran getirmiş. Ayran kulplu bardakta köpük köpük. Baktıkça insanın içini serinletiyor.
Gözlemeci kadın, nihayet işini bitirmiş olmanın rahatlığıyla bağdaş kurduğu kilimin üstünden kalkıp geriniyor. Yanımızdan geçip duvardaki çeşmeden yüzüne su vuruyor. Tülbendiyle yüzünü kurularken bir an yanımızda duruyor.
“Nasıl beğendiniz mi?” diyor, gülerek.
“Sağ ol abla, eline sağlık,” diyor Erdem. “Beni tanımadın mı?”
Kadın bir an gözlerini kısarak dikkatle bakıyor yüzüne. “Ha, şimdi çıkardım,” diyor. “Nasılsın, n’ettin bütün yıl?” Bu arada alıcı gözle bir daha bana bakıyor.
“Kız arkadaşım,” diye tanıtıyor Erdem. “Annemlere gidiyoruz birlikte.”
“Hadi hayırlısı,” diyor kadın gülerek. “Bankada mı çalışıyon sen de, güzel kızım?”
“Yok,” diyor Erdem. “O, eczacı. Yeni mezun oldu. Daha açmadı eczanesini. Kısmetse yakında…”
Benimle ilgili bu konuşma o kadar benim dışımda gelişiyor ki, bir an için orada var olduğumdan şüpheye düşüyorum. Ağzımdaki gözlemenin tadı ve sırtımdan aşağı süzülen ter olmasa, bütün bu yolculuğu bir film izler gibi izlediğimi hissedeceğim. Bu olanlara dahil değilim.
Sonunda kadın yanımızdan ayrılıp, iri gövdesini kenardaki tahta divanın üstüne bırakıveriyor.
“Hadi kalkalım,” diyor Erdem, masaya parayı bırakırken. “Gecikiyoruz. Annemleri daha fazla meraklandırmayalım.”
Sandalyenin arkasına astığım çantamı omuzuma asarken, “Baksana Erdem,” diyorum. “sanırım ben gelmek istemiyorum. Ya geri dönelim, ya da sen beni en yakın otogara götürüp bir otobüse bindir.”
Erdem bardağının dibinde kalan ayranı tam kafaya dikecekken kalakalıyor. Nerede hata yaptığını anlamaya çalışıyor bir süre.
“Ne oldu şimdi durup dururken?”
“Hiçbir şey,” diyorum. “Bu belki de iyi bir fikir değildi. En iyisi sen ben olmadan git.”