Bir Palyaço Neden Yalan Söylesin Ki?
“Belki de dünyadan geriye çöplüklerle kaplı belli belirsiz bir yer,
bir de Yüce Han’ın sarayının asma bahçesi kaldı.
Onları birbirinden ayıran bizim gözkapaklarımız,
ama hangisi içeride, hangisi dışarıda belli değil. ”
Italo Calvino
Bir gün, tiyatronun perde arkasında yangın çıktı. Palyaço gelip salondakileri uyardı. Oysa izleyiciler bunun bir şaka olduğunu düşünüp alkış tuttu; palyaço söylediklerini tekrarlayınca alkışlar arttı. Bana sorarsan dünya böyle sona erecek: Her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu sanan insanların tezahüratları eşliğinde…
Bundan tam yüz yetmiş iki yıl evvel, “Dünya nasıl sona erecek dersin?” diye soran bir dostuna, Kierkegaard, böyle yanıt vermişti. “Her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu sanan insanların tezahüratları eşliğinde…”
Başlangıç ve Bitiş… Ünlü filozofa göre, her ikisi de aynı şeydi özünde. Yunan tragedyalarının dediği gibi, başlangıçta her şey bir kaostu çünkü ve evren, kendi kendini yok ederken de geride yalnızca kaos kalacaktı… Boğuk bir uğultu, daha ne olduğunu, nerede olduğunu bile kavrayamamış insanlar, “Ne demek dünyadan ayrılmak?” diye soran yığınlar ve olan bitenden habersiz, kendi yıkımını delicesine alkışlayan kalabalıklar… Antik Çağ oyunlarının pek çoğunda izleyiciye şunu sorarlar, “Peki ne kalacak geride? Her şey sona ererken… Sizden, bizden ne kalacak sonraya?”
Sahi, hayatın büyük yangınından kurtarabildiğimiz bir şey olacak mı o gün geldiğinde?
Evinde yangın çıktığında, şaşkınlıktan evdeki şömine maşalarını kurtarmaya çalışan bir insandan farkımız olacak mı?
İlkel insanın doğa olayları karşısındaki davranış biçimi ve yorumları neticesinde oluşturulmuş pek çok mitosa göre evet, henüz yeryüzü var olmadan evvel de evrende büyük bir kaos vardı. Her şey birbiri içine geçmişti, karmakarışıktı, düzensizdi. Kimileri buna “Tanrısal Düzensizlik” ismini verdi. Yunanlılar’sa ona Khaos dedi. Kaos, beraberinde geceyi ve yer altını getirdi, başka bir deyişle karanlığı… Ardından Gaia doğdu. Gaia, topraktı, yeryüzüydü. Bir vakit sonra, kendinin peşi sıra gelecek olan gökyüzü ile yollarının neden ayrılacağını öğrendi Gaia, zira dünyanın iki sapak noktası hâline dönüşecekti onlar, yer ile gök. Aralarındaki “ile” hem ayıracak, hem birleştirecekti. Öyle de oldu ve hemen sonra sıra sıra, dalga dalga denizler geldi, dağlar, ormanlar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar… Bütün bir yer âleminde saf olup birbirlerine dolandılar. Henüz sayıca azdılar, çoğalmamış, bozulmamıştılar. Hâlbuki bu hâliyle bile her şey bir kaostan ibaretti aslında. Karmakarışıktı, düzensizdi… Ama bu hikâyede Tanrısal Düzensizlik, her yanıyla bir başka güzeldi.
Bugün dünyanın her köşesinde başka türlü de olsa, sürgit devam eden bir kaostan söz etmek mümkün. “Karmaşa” başlangıçtan beri bizimleydi, öyle de olacak. Evrenin değişmez yasası; “Her şey kendi kendini tekrar eder…” Karmaşa, bir imtihan. Öyleyse, kaostan kaçış yok ama ya şu bedenlerimizin içinde sadece bir uzuv olma hâli, her türlü karmaşaya bilinçsizce alkış tutma hâli… İşte bu değişebilir, kanaatimce. En yakın vakitte bu değişime örnek teşkil edebilecek bir tragedya bulup, okumalı. Kendime bir not…
“Dünya, günün birinde kendi kendini temizleyecek ve karmaşa her daim devam edecek. Yine de o an gelene dek, en azından sahnedeki oyunun her ânını doyasıya yaşamak gerek,” diyor Kierkegaard. “Çünkü her ânın önemi var…” Filozofa hak vermemek elde değil, ne var ki dünyanın halleri öyle garip, alışkanlıklar ve içsel boşluklar her şeyi, herkesi öylesine ele geçirmiş ki, yanından geçip gittiklerimiz ve gözden kaçırdıklarımız çoğunlukta. Daimi bir şaşkınlık hâli sinmiş kalmış gibi üstümüze. Mutlak ve eksiksiz bir hoşnutluk elde etmek sanıldığı kadar kolay değil. Bırakın sürekli ve tam bir hoşnutluğu, münferit anların tadını çıkarmak bile pek güç iş şu zamanda. Shakespeare’in dediği gibi, bir meyhaneci çırağının matematiği bile, bu anların azlığını hesaplamaya yeterlidir.
Başlangıç kadar, bitiş de ciddi bir merak konusu. Mesele, insanın kendi kendine inşa ettiği yaşam yolunda, farkındalığını arttıracak denli gözü açık olabilmesi ve tiyatronun perde arkasındaki yangını kokusundan tanıyabilmesiyle ilgili. Tabii bir de palyaço var; onu da es geçmemek lazım. Ne demiş şair: “Bir palyaço neden yalan söylesin ki? Ben palyaço olsam söylemezdim. Marangoz olsaydım da söylemezdim. Ben insan olsaydım, yalan söylemezdim.”[1]
Dünya nasıl sona erecek, emin değilim. Bilim adamlarına göre, belki yeni ve daha güçlü bir big bang ile. Kimilerine göre, bir borunun üflenmesiyle. Antik Çağ felsefelerinin çoğuna göre, başlangıçtakine benzer bir karmaşanın, yani kaosun patlak vermesiyle. Şimdilik ne olacağını bilemiyoruz. Ama tek bildiğim, şayet o an yaklaşırken sizi uyarmak isteyen bir palyaçoya rastlarsanız, alkış tutmadan evvel ona kulak verin. Bu, hayatın büyük yangınından kurtarmak isteyecekleriniz adına yararlı olabilir.
Fakat o âna dek, en azından “anların” tadını çıkarmak gerek şimdi. Dünya hâlâ bizimle ve biz de onun kalbinde. Özetle, her ânın önemi var.
Ya, işte öyle palyaço…
[1]Turgut Uyar, “Palyaço” şiiri
Metin içindeki “Kierkegaard” alıntıları;
Fergusan, “Kierkegard’dan Hayat Dersleri”, Sel Yayınları, İstanbul, 2015