Bu bir özür yazısıdır
Eski çevrenizden kopmanız, üniversite hayatınızda size birtakım sıkıntılar yaşatıyor elbette, çünkü geride bıraktığınız dünya dönmeye devam ediyor ve siz bunun dışındasınız artık.
(Karikatür: Yiğit Özgür)
“Yarın İstanbul’a geliyorum canlar, kimler müsait bu hafta sonuna?”
Lisedeki çok yakın arkadaşlar olarak sosyal medya ve türevlerinde kendi grubumuz vardır ve iç yazışmalarımızı hep oralardan yürütürüz. Bu mesajı atan arkadaşım da liseyi bitirdikten sonra Denizli’de üniversite okudu. Mezun olduktan sonra da özel bankaların birinde iş buldu. İşi gereği iki ay boyunca İstanbul’da eğitimlerde olacak.
Doğal olarak yoğun bir özlem ve mutluluk yerleşti bünyeye, bu haberin akabinde.
Üniversiteyi kazanmanın en kötü yanlarından biri de, o güne kadar seni var eden hayatı geride bırakmak. Çocukluk arkadaşları, yakın akrabalar, mahalle tayfası ve elbette lisedeki sıkı dostların… Liseden arkadaşlar da birimiz İstanbul, diğerimiz Bursa, ötekimiz Ankara, berimiz Denizli diye dağılmış da dağılmışız.
Eski çevrenizden kopmanız, üniversite hayatınızda size birtakım sıkıntılar yaşatıyor elbette, çünkü geride bıraktığınız dünya dönmeye devam ediyor ve siz bunun dışındasınız artık. Görseniz görseniz birkaç kişiyi görebilirsiniz, o da ancak tatillerde. Koştur koştur geçen görüşmelerden ibaret.
Böyle kırk yılın başı yakalayacağınız fırsatlar sayesinde anlarsınız o yakın arkadaşlarınızın kıymetini. Geçirdiğiniz onca güzel anı da dökülür bir bir. Onca yıla rağmen paylaşacak şey bitmez, sevgi büyür, daha da kenetlenirsin hatta…
Bizim grubun da bir adı var –elbette söylemeyeceğim– ve galiba benim, hatta çoğumuzun lise hayatına çok benzediği için Mavi Kirazlar, bende çok ayrı bir yerde durur. Tamam, lise hayatım onlarınki gibi bol aksiyonlu geçmedi belki, ama biz de sıkı bağlarla bağlıydık birbirimize, hâlâ da öyleyizdir.
Neyse, İstanbul’a eğitime gelen arkadaşım da bu söz konusu gruptan. Geleceği için çok mutluyduk. O kadar mutluyduk ki… “Mavi Kirazlar”ın aksine, çok karanlık bir gerçeği unutmuştuk: Arkadaşım ve onun yaydığı o müthiş uğursuzluk aurası.
Kendisi bu mesajı attığı akşam, kedim 6. kattan beton zemine düştü. Kedim iki kırıkla ve ameliyat sonrası kalan anestezinin etkisiyle iki gün yanımda uyudu. Günlerce başından ayrılamadım. Uyku da neymiş. Öyle yorulmuştum ki; bir gün telefonumu buzdolabında unuttum, diğer gün de sepetinde yatan kedimi kapının önünde.
İstanbul’da kalan bir diğer arkadaşım, yatak odasından tuvalete giderken ayağını kırdı. Hem de parmak arası terlikle yürürken. En az on gün ayağına basamadı ve minimum bir ayı bulacak iyileşmesi. Günlerdir yataktan kalkamadı. Nasıl becerebildiğini hiçbirimiz anlamadık.
Askerdeki bir arkadaşım ev iznini, onun gelmesine uygun bir şekilde almaya çalıştı. Bir aksilik çıktı ve babası beş buçuk saatlik yol tepip, gece on bir gibi onu izne çıkartabildi. Baba, dönüş yolunda sıkıntı yaşadı. Bilet bulamadı, güç bela bindiği otobüs de ne hikmetse sekiz saatte memlekete vardı. Arkadaşım da otobüsle en fazla iki saat sürecek bir yolun sonunda bana gelecekken, sabaha karşı dörtte aldım onu terminalden. Yolda kaza olmuş. Bindiği otobüste de yolcu ve çalışanlar arasında kavga çıkmış. Klima ve hizmet desen, hak getire.
Diğer bir arkadaşım aynı gün asker kaçağı olduğunu öğrendi.
Üniversitede, bölümden çok yakın arkadaşlarıyla tatile çıkan ev arkadaşım, söz konusu arkadaşlarıyla tatilde kanlı bıçaklı olup döndü. Neden o hâle geldiklerine akıl sır erdiremiyor.
Ziyareti izleyen cumartesi, İstanbul yazın en sıcak gününü geçirdi. Nem oranı %90’dı.
Pazar günü İstanbul’da fırtına çıktı. Bir önceki günün sıcağına güvenip çıkanlar önce yağmurla ıslandılar, sonra da rüzgârla bir güzel dayak yediler.
Bu olayların sebebi olan arkadaşım da muayene için gittiği bir hastanede silahla yaralama vakasına şahit oldu. İki tarafın kavgasının ortasında kaldı, güvenlik tarafından kurtarıldı. Bu hastanede işini göremeyince, başka bir hastanede aldı soluğu. O hastanede de elektrik trafosu patladı.
…
Ne diyorduk? Şehir dışında üniversite hayatına başlayınca geride bıraktığınız hayatınızın da dışında kalıyorsunuz ve yeniden doğmuş gibi çıplak bir şekilde ve yapayalnız devam ediyorsunuz hayatınıza. Geride kalanlar da…
Bırakın kalsınlar! Görmüyor musunuz başıma gelenleri? Sadece benim değil, İstanbul’un çektiklerini!
İşin kötüsü de, havanın delirmesinde bile kendimi sorumlu hissettim. Bir ara ciddi ciddi, kapı kapı dolaşıp herkesten özür dilesem mi dedim. Sonra, daha kolay olacağını düşündüğüm için bu yazıyı yazdım.
Hadi benim on yıldan fazla arkadaşım; ama sizin suçunuz ne ki? Geride bıraktığımız eylül ayı için hepinizden en samimi halimle özür diliyorum.
Ama siz siz olun, ekim sonuna kadar dikkat edin yine kendinize.