Çabam neye hizmet ediyor?
Konuğumuz, Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü mezunlarından Dilara Korzay, dizi ve film setlerinde çalıştığı birkaç yılın sonunda, yayıncılığa geçti. Bugün Günışığı Kitaplığı ve ON8’de pazarlama bölümünde çalışıyor. Korzay’la okulu, bölümü ve mesleki deneyimin başlangıcı üzerine konuştuk.
Merhaba. Seni tanımakla başlayalım.
Adım Dilara Korzay. 1990 kuşağının başında İstanbul’da doğmuş, aslen Hopalı bir köylüyüm. Ancak geçim şartları yüzünden ailemle birlikte ne yazık ki İstanbul’da yaşıyoruz
Hangi lisede okudun?
Babamın işi nedeniyle birkaç farklı lisede, farklı şehirlerde okudum. Liseye Trabzon’da başladım. Konya’nın bir ilçesi olan Seydişehir’de devam ettim. Çanakkale’de bitirmek üzereyken, üniversiteyi burada kazanamayacağım düşüncesiyle tek başıma İstanbul’a geldim ve İstanbul’da mezun oldum.
Ya üniversite?
Üniversiteyi İstanbul’da okudum. Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi mezunuyum. Bilinçli bir tercihle girdiğim bu bölümde, hazırlık sınıfıyla birlikte beş yıl okudum. Aslında lisedeki idealim küratör olmaktı. Bu mevcut düzende, müzelerin, galerilerin, devlet tarafından yürütülen sistemin karşısında, daha alternatif bir şey üretmekti. Bunu, bir devlet kurumunun içinde olup, devleti ve sistemi eleştirebilen işler çıkararak yapmak istiyordum. Ama üniversitenin ikinci yılında fark ettim ki, onların kadroları elli yıldır değişmiyor. Yeni ve alternatif bir galeriye girersem de, İstanbul gibi bir yerde hayatımı devam ettiremeyeceğimi gördüm. Muhtemelen düşük maaşlı, çalışma saatleri belirsiz ve sigortasız bir çalışan olacaktım. Ben de hayatta kalmak için bu meslekten vazgeçmem gerektiğine karar verdim.
Peki üniversiteye girerken başka bölümler, başka alanlar yok muydu aklında?
Aslında puanımın yettiği pek çok bölüm vardı. Mesela Halkla İlişkiler bölümüne de burslu girebiliyordum; ama dediğim gibi ben küratör olmak istiyordum, dolayısıyla %50 bursla Sanat ve Kültür Yönetimi’ni tercih ettim. Politik bir söylemde bulunacaksam, bunu sanat yoluyla yapmam gerektiğini düşünüyordum. Karşı duruşumu sanat üzerinden, biraz daha alternatif yollarla göstermek istedim. Ama gelin görün ki, bunun için de müzelerin geçerli bir yöntem olmadığını da kısa zamanda anladım.
O halde bu bölüme üniversite sınavı puanın yettiği için girmedin yalnızca. Küratör olma hayaline de bağlı olarak, bölümde ilgini çeken neler vardı?
Ben bölüme başlamadan önce, bölüm başkanımız Serhan Ada’ydı –artık değil– ve ben Serhan Ada’yı hem Radikal hem de Taraf’tan tanıyordum. Işıl Eğrikavuk, tam olarak bölümden bir hoca olmasa da, medya dersleri veriyordu; seçmeli olarak alabileceğimi biliyordum. “İyi ki Bilgi’de okudum,” diyorsam, bir nedeni de odur. Ve, elbette Ayça İnce… Üzerimde emeği büyüktür. Şunu da belirtmeliyim ki, Bilgi’ye girdiğimde üniversite daha ABD’ye satılmamış, Laureate International adlı ağa dahil edilmemişti. Bilgi bugünkünden daha başka bir yerdi.
Şimdi olsa, aynı üniversiteye gitmez miydin?
Gitmezdim.
Neden?
Çünkü okulu bitirdiğimde, %50 burslu halimle bile yaklaşık 100 bin TL ödemiştim. Mezun olduktan sonra düşündüm: O 100 bini ne kadar zamanda kazanacaktım, kim bilir. Bugünkü aklım olsa, bir devlet üniversitesini kazanana kadar sınava tekrar hazırlanır, tekrar girerdim. Baktım olacak gibi değil, istediğim bir bölümü de tutturamıyorum, üniversite okumaktan vazgeçerdim. Çünkü şunu da gördüm: Şu anda hayatını iyi kazanan insanlar ille de çok iyi üniversitelerden, çok iyi bölümler okuyarak mezun olmuş insanlar değil. Çoğunlukla çevre edinmiş, kurduğu ilişkileri sağlam tutmuş ve daha çok çalıştıkları alanda pişmiş insanlar. Bu yüzden artık, pratikte bir şeyler üreteceksem ve işim de bunu gerektiriyorsa, “meslek için” üniversitenin ille de gerekli olduğuna inanmıyorum.
Soracağımız sorulardan birinin cevabını da galiba almış olduk aslında. Ama yine de soralım: Sence hangisi önemli? Okuduğun bölüm mü yoksa okuduğun üniversite mi?
Bu soruya kendi açımdan cevap verirsem, kesinlikle “okul önemli” derim. Çünkü Sanat ve Kültür Yönetimi mezunu olsam da, bölümümdeki zorunlu derslerim dışında iki-üç ders daha almışımdır. Kürtçe bunlardan biriydi. Bu dili, Bilgi sayesinde öğrendim. Sanat tarihi alınması zorunlu konulardandı, ama ben medya bölümünden de ders seçtim. Özellikle gazetecilerin ‘60 ve ‘80 kuşağını nasıl okuduklarına dair bir dersti. Beni gerçekten etkileyen bu ve benzeri dersleri bana sunan okuldu, bölüm değil.
Dersleri sevmişsin. Okul döneminde hiç staj yaptın mı?
Hazırlık ve birinci sınıfta, sadece para kazanmak için GFK Türkiye adlı araştırma şirketinde çalıştım. Anketörlük gibi bir işti yaptığım. Sonra beni süpervizör yaptılar. Uluslararası ve yurt içi havalimanlarını denetliyordum. Ne bölümümle alakalı bir işti, ne de orada sağladığım bağlantılar mezun olduktan sonra işime yarayacaktı. Ama daha sonra, küratör olmamaya karar verdiğim anda setlere girdim. Derslerim devam ederken, kamera arkası dönem de başladı. Diziyle başladım, sinemayla devam ettim, sonra tekrar diziye döndüm derken, üniverstede kaldığım beş yıl boyunca ve mezuniyetten sonraki ilk yılımda hep sette çalıştım.
Setten niçin ayrıldın?
Şöyle ki… Evet, iyi para kazanıyorduk. “Set dışında nerede çalışırsam çalışayım, bir daha öylesini kazanamam,” dediğim türde bir kazanç sağlıyordu bana. Ama sigortan yok. Sendikalılaşamıyorsun, sendikalaşsan da bir işe yaramıyor. Evet, Oyuncular Sendikası var ve ben oraya üyeydim; ama bu sendika senin haklarını ne kadar savunabiliyor, o bambaşka bir konu. Herhangi bir politik mücadelen varsa, bunu set ortamında yürütemiyorsun, çünkü bunlar “lükse” kaçıyor. Yaşam şartların desen, ekonomik durumundan tamamen bağımsız: Çünkü, yok. Sabahın altısında sete gidip, gecenin ikisinde çıkabiliyorsun. Hemen ertesi gün sabah yediye yine set konabiliyor. Bu kadar suistimale açık bir alanda, günlerce uğraştığın dekoru, sırf yönetmenin sevgilisi beğenmedi diye yıkmak zorunda da kalabiliyorsun. “Önce sağlık,” deriz ya. 48 saat çalıştığı için kalp krizi geçirip ölen set işçisini hatırlarsınız. Bunlar şaka haberler değil. Ölmüyorsan, hayatta kalıyorsan bile, bil ki akli dengen şaşıyor. Sağlık güvencenin olmadığı bir yerde kazandığın para hiçbir işine yaramaz.
Bir de neye hizmet ediyordu yaptığım? Bir şey üretiyordum, evet, ama o televizyonu açıp, çektiğimiz bölümü izleyemiyordum bile. Utanıyordum dizideki söylemlerden. Orada işlenen konu neye, kime hizmet ediyordu? Asıl dikkat ettiğim şey buydu. Aslında herkesten dileğim, üniversitelerini ve bölümlerini seçerken de buna dikkat etmeleri.
O halde, tam bu noktada sorayım: Sence okuduğun bölümü kimler okumalı?
İdealist yaklaşıp pes etmeyecek, kararlı durabilecek, mücadeleci insanlar. Özellikle de kadınlar… Çünkü kültür-sanat çevresi de erk zihniyetin aşırı dolduğu ve erk söyleminin hükmünün geçtiği bir yer. O yüzden, kadınların bu alanda da atağa geçip bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyorum.
Üniversite de geride kaldı, set hayatı da. Şu anda ne yapıyorsun? Mezun olduğun bölümle alakalı bir işte devam mı?
Aslında öyle sayılır. Şu anda bir yayınevinde çalışıyorum, tanıtım ve halkla ilişkiler ekibine destek sağlıyorum. Sanat ve Kültür Yönetimi’nde bir sergi mekânı nasıl işletilir, onu öğrendik. Bir anlamda alanın yöneticiliğini öğrendik. Kitaba da bir sanat eseri olarak bakarsan, okuduğum bölümde öğrendiklerimi önerip uygulayabileceğim bir yerdeyim. Ama hangi ürün üzerine çalışırsan çalış, hangi alanda olursan ol, mücadele bitmiyor, bitmeyecek de. Herhangi bir sektörün “tanıtım” bölümünde olmak ve işini herdaim ideolojin doğrultusunda yapmaya çalışmak diye bir durumla hep karşı karşıyasın. Bir içeriğin içinde nefret söylemine, homofobiye, ırkçılığa kayabilecek ya da şiddete davet edecek ifadeler hissedersem, buna karşı durmak için hep tetikte olmam gerek. En azından tartışmaya, yanlış bulduğumu ifade etmeye hazır olmalıyım. Bugün edebiyat yayıncılığı alanındayım, hem kendimi doyurduğum hem de okuduğum bölüme hizmet eden bir işte çalıştığıma inanıyorum. Umarım öyle de devam eder.
Ve son söze geldik…
Sön söz: Kadınlar sokağa! Hangi alanda olursa olsun, ne oluruz yıkalım şu erk zihniyeti!
—