Kaderin vücut bulmuş hali, Nemesis
Kendini boşuna harcamış olur insan,
Dilediğine erer de sevinç duymazsa.
Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi,
Yıkmakla kazandığın şey, kuşkulu bir mutluluksa…[1]
-Macbeth-
Dante, o meşhur İlahi Komedya’sının “Araf” ismini verdiği bölümünde yeryüzündeki en affedilmez günahları birer birer sıralar. Bütün bu günahların en başında ise pek çoğumuzun yakından tanıdığı Kibir vardır, yani diğer bir adıyla Hubris…
Bir zamanların ünlü tragedyalarının da baş konusudur kibir. Küstahlığı, şiddeti, kontrolsüzlüğü, pervasızca övünmeyi, kendini aşırı beğenmeyi ve en çok da insanın yaptıklarıyla gururlanmasını eleştiren tragedyalarda kibrin cezasını, Yunan mitolojisindeki ilahi intikam tanrıçası olan Nemesis verir. Kaderin vücut bulmuş hâlidir Nemesis. Aşırı gurur ve kibrin ardından büyük felaketleri getiren adaletin ve kader ritminin simgesidir bir bakıma. Bugün bile hâlâ tüm kutsal kitaplarda, tıpkı Dante’nin affedilmez günahlar listesinde olduğu gibi kibir, ilk sırayı özünden aldığı gurur ve hırsla göğüslemeye devam eder. Öyle ki, “Övünmeniz yersizdir,” diye yazar İncil’de. “Azıcık mayanın bütün hamuru kabarttığını bilmiyor musunuz? Yeni bir hamur olabilmek için evvela eski mayadan arınıp temizlenin! Bunun için kibrin ve öfkenin mayasıyla değil, içtenliğin ve alçakgönüllülüğün mayasız ekmeğiyle bayram edin!” Öte yandan, “İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!” diye seslenir Tanrı, Kur’an-ı Kerim’de. “Zira kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!”
William Shakespeare de Macbeth adını verdiği eserinde uzun uzun işlemiştir kibri ve onunla birlikte yükselen gururlanma günahını. Ana karakterin, kibirli tutumu nedeniyle hata yapıp felakete sürüklenmesini anlatan bir oyundur bu. Tıpkı Yunanlar’ın Nemesis’i gibi, Shakespeare’in de ilahi intikam için yaratılmış cadıları vardır hikâyede. Antik Yunan düşüncesinde büyük yer tutan ve insanı suç işlemeye iten kibir, bir vakitler Shakespeare’in de ilgisini cezp etmiş ve bunun sonucunda ortaya Macbeth gibi unutulmaz bir karakter çıkmıştır.
Bir anda, bütün bu dünyayı kazanıverse insan;
Zaman denizinin bir kumsalı olan şu dünyayı…
Ne ki bu işlerin daha buradayken görülüyor hesabı.
Verdiğimiz kanlı dersi alan, gelip bize veriyor aldığı dersi.
Beni mahmuzlayan tek şey, kendi hırsım.
O da bir atlayış atlıyor ki atın üstüne,
Öbür tarafa düşüyor, eğerde duracak yerde…
Zaman zaman, acaba hubris denilen bu kibri, bu kötücül hayâsızlık tohumunu içimize salıveren dürtü nedir diye düşünüyorum. Aşkla, tutkuyla ve alçakgönüllülüğün verdiği berraklıkla yaşamak, üretmek varken, hayatlarımızı hırsın ve kibrin rengine boyamak niye? Değil mi ki yaşamak, bir zandan ibarettir özünde. Ne kadar çabalarsak çabalayalım, yeni bir yol açtığımız yok aslında. Bizden evvel yürünmüş, tamam edilmiş bütün o yollar için böbürlenmek yersiz. Her şey bir düş, birkaç görüntü belki. Evren, kocaman bir hikâye kitabı ve bizler o hikâyenin satır aralarında minik, miniminicik birer huruf zerresi… Hâl böyle olunca, kalpten kalbe köprüler kurmak varken; ruhları hırsla, öfkeyle ve kibirle karartmak niye?
Adalet ipliğini acımasızca büken tanrıça Nemesis, bugün hâlâ yeryüzünde bir yerlerde bence. Belki de her şeyden evvel içimizdeki vicdan tünellerinde ağır ağır arşınlıyor korkularımızı, endişelerimizi ve düşüncesizliklerimizi. Ruhlarımıza kibir bukağıları vurmak yerine sevinçli kanatlar takabilelim diye usul usul doğruluk ve dürüstlük fısıldıyor yüreklerimize. “Vazgeçin!” diye sesleniyor her birimize. “Ey insanlar, vazgeçin bütün bu büyüklük hırslarınızdan! Hepiniz, birbirinize karşı alçakgönüllülük ve sevgi kuşanın. Zira aranızda en küçük kim ise, biliniz ki en büyüğünüz de odur işte!”
Kibir…
Yer âlemindeki yedi büyük günahtan biri…
Kibrin ücralarında yaşayan insanlar için söylenmiş en güzel söz ise yine büyük bir söz sarrafı olan Shakespeare’den gelsin öyleyse;
Çünkü pek iyi bildiği gibi sizlerin, kibir baş düşmanıdır ölümlülerin…
Önemli olmaya ya da başkaları tarafından önemsenmeye ya da kendimizi aşırı sevmeye harcadığımız enerjiyi daha insani köprüler kurmak için kullanalım derim ben. Ve her ne olursa olsun zaman zaman şöyle bir duraksayıp, içimizdeki Nemesis’e bir parça olsun kulak vermeyi deneyelim. Zira bir Yunan Tanrıçası asla yalan söylemez.
Yeryüzündeki tüm zıddiyetlerin, öfkelerin, yanlış anlaşılmaların, kıskançlıkların, hırsların, inatların ve şüphelerin gönlünüzden uzak kalması dileğimle; yüce Nemesis hepimizi bütün bu beşerî kasırgalardan koruyup kollasın! Ne ki, şu dünyadaki en büyük yalnızlıklar da kendi kendimizle verdiğimiz mücadelede başlıyor belki de.
Sonrası…
Sonrası her an, her dakika birbiriyle çarpışan bir dolu yalnızlık…
[1] Tüm alıntılar için: Macbeth, Türkçesi: Sabahattin Eyüboğlu, “Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi”, İş Bankası Kültür Yayınları.
—