Emeğe saygı
Son günlerde, hatta aylarda, belki de son bir iki yılda duyduğumda tüylerimi diken diken eden cümle “Havaalanına 5 dakika mesafede,” oluyor… Koca koca yapı şirketleri, milyonlarca lira aktardıkları reklam şirketleri aracılığıyla; billboardlarda, gazetelerde ve televizyonlardaki reklam kuşaklarında veya onların katkılarıyla yayınlanan programlar aracılığıyla, bu cümleyle karşı karşıya getiriyorlar bizi.
Öncelikle işi tamamen geri zekalılığa vurarak sormak istiyorum, memleketin hostes sayısının çalışan sayısına oranı nedir? Tabii buna, pilottan başlamak suretiyle bütün havaalanı personelini de dahil edebiliriz… Yani “havaalanına 5 dakika” diyerek pazarlanan konutlar ve ofisler, şayet havalimanı lojmanı değilse, kimin umurunda! Biraz daha kahvehane ağzıyla dile getirmem gerekirse, iç hatlardan dış hatlara geçişimiz bile otomobille 8 dakikayı buluyorken, bu 5 dakikalık mesafe acaba yedi tepeli şehrin hangi yeni türetme tepesinde olsa gerek?! Veya şöyle sormalıyız: Sonradan türettikleri yirmi küsur tepenin herhangi birinde konuşlanan birkaç yüksek yapının içine sıkıştırılmış onlarca kata dağılmış yüzlerce konut ve ofis içinde tutsak yaşayan insanlar, ne sıklıkla uçak yolculuğu yapıyorlar?
Gerçi mübarek mekânlar artık sadece site içinde konuşlanmış evlerden oluşmuyor. Sineması, oyun alanı, süper hiper marketleri, AVM’leri, özel güvenlikleri, sıkı kontrolleri, gizli kamera sistemleriyle muazzam konforlu yaşam alanları buralar. Konforlu mahpus hayatı, bir nevi. Öyle ya, plazalarda çalışmaktan şikâyetçi insanlar birdenbire plazalara benzeyen muazzam ‘akıllı’ binalarda mesailerine devam ediyorlar. Ama havaalanına beş dakika!
Bu havaalanına beş dakika mavrası, kulağıma öğrencilik yıllarımızda Ortaköy emlâkçilerinin söylediğinin güncellenmiş bir hali gibi geliyor. Büyük sermayeli şirketlerce söylenen yeni bir mavra… Öğrencilik yıllarının hayallerinden birisidir, Ortaköy’de bir evde oturmak. Bilhassa, Beşiktaş ve çevresindeki okulların öğrencileri için elbette. Ama kümesten bozma evlere bile, altın dişli emlâkçiler, sırf sahile 5 dakika mesafede olduğu için ilave birkaç yüz lira fazla kira isteyebilirlerdi. O zamanın mavrası buydu! Sahile 5 dakika… Sanki sözünü ettikleri sahil Kızıldeniz misali, binlerce canlı türünü çıplak gözle görebileceğimiz temizlikte, on iki ay dört mevsim yüzülebilecek nitelikte, kilometrelerce uzanan dillere destan bir kumsal mahiyetindeymiş gibi, birkaç yüz liralık bir farkı ekleyiverirlerdi. İnananlar olurdu elbette… Sözünü ettikleri sahil, bir kafeden camiye yaklaşık 30 metre, sonra camiden iskeleye 30 metre mesafede bir alan. Kenarında oturabileceğiniz kamuya açık bank sayısı üç, bilemedin dört! Ama sahile 5 dakika…
Bu hayallerle ev aradığımız, Beşiktaş’tan uzağa gitmek istemediğimiz yıllarda bir ihtiyar komşumuz vardı. Öyle “İstanbul beyefendisi” nitelemesiyle kategorize edilecek ihtiyarlardan değildi. Mahalleliydi ama. Kendi ritüelleri olan. Bu ritüellerden biri, her haftasonu sinemaya gitmekmiş. Çok sonra öğrenmiştim, bilhassa birkaç salonu tercih ettiğini. İhtiyar komşumun bana tembihlerinden biriydi, bir kültürü yaşatmaya sahip çıkılması gerektiği…
Bir gece yarısı, hakkında açılan dava daha Danıştay’ta beklerken, insanlar da “uyku”larındayken (sanki gündüz uyumuyormuşuz gibi) dozerleri şehrin orta yerinde ara sokaklara sokarak, çatır çatır yıktıkları sinema salonu, ihtiyar komşumun ısrarla tercih ettiği ve bana tembihlediği, yaşatılması gereken kültür içinde ismini andığı mekânlardan biriydi…
Yani ne sahile 5 dakika, ne de havaalanına 5 dakikalık mesafe mühimdi ihtiyar için. Sinemaya kaç dakika, diye konumlandırmıştı yıllarca kendini. Belki de sinemasına! Gösterdiği film için değil, içeride hissettikleri için “sinemaya 5 dakika”lık noktada konumlandırmıştı kendisini.
Havaalanına 5 dakikalık mesafelerde, konforlu camekân mahpuslarda, hemen evimizin altında (düşünsenize binanın dışına çıkmanıza bile gerek yok!) birkaç D görüntü ve gümbür gümbür ses sistemiyle film izleyebileceğimiz yaşam merkezlerinde, şehirden uzaklaştıkça ‘mahalle’den ve o mahallenin o kültürün unsurlarından da uzaklaşıyoruz. Gözümüzün içine baka baka yıkılıyor sinema salonları, heykeller, kültür merkezleri… En fenası bu ‘cesaret’leri zaten. Davası sürerken, hakkında onca tartışma yürütülürken, gözümüzün içine baka baka yalan söyleyerek, çatır çatır yıkılmasından bahsediyorum… Ama kimin umurunda. Zaten görmediğimiz gözden ırak gönülden ırak muhitler onlar… Bizim derdimiz varsa yoksa havaalanına 5 dakika uzaklıkta, şehrin gürültüsünden uzak, (sanki kalmış gibi) vahşi doğayla iç içe, özel güvenlikli, güzel görünümlü, yüksek çözünürlüklü, akıllı tasarımlar… Adeta tersine maden ocakları!
Şimdi o sözü duyduktan sonra düşünmeden edemiyor insan; havaalanına 5 dakika mesafedeki bu yerler bizden kaç dakika uzaklıkta?