Geriye iki şarkı kaldı
Herhangi bir Oscar töreninden geriye kalan en çarpıcı şeyin bir Lady Gaga performansı olacağını söyleseniz, güler geçerdim.
Ama bu sefer öyle oldu. 87. Oscar Ödül Töreni gecesinde beni en fazla duygulandıran ve kolay kolay unutamayacağım iki performans izledim: Birincisi, Lady Gaga’nın seslendirdiği Sound of Music potpurisi, ikincisi de Common ile John Legend’ın birlikte söyledikleri göz yaşartan “Glory“.
Aslında küçük yaştan beri bu âlemin içinde olan, müzikle ve dansla arası iyi Neil Patrick Harris’in sunuculuğundan da ümitliydim ama hiç tahmin etmediğim kadar gergin çıktı. Yazarları pek iyi değilmiş, kendisi de “Anlayan anlar,” inceliğine kapılmış herhalde ki, özellikle başlarda (Oprah dahil) esprilerini anlamayan, gülmeyen epeyceydi. Bu da biraz moralini bozdu.
Ödüllere gelince, Birdman ile Boyhood zaten başa baş mücadele ediyordu. Bizim sevdiğimiz film (Richard Linklater’ın Boyhood’u) geride kaldı. Olsun! Sonuçta ikisi de ‘sanat filmi’ denen sınıfa giren filmlerdi, bağımsız filmlerdi. Bağrımıza bastık. Gerçi Oscar ödülleri bazı yaşlı gazetecilerin “Bunlar ne biçim film?” demesine yol açtı ama, olacak o kadar. J.K. Simmons’ı zaten beklesek de sevindik. Eddie Redmayne’in Oscar’ını yiyecekmiş kadar heyecanlanması içimize dokundu. Sean Penn’in en iyi film takdimini biraz terbiyesiz ama komik bulduk: “Bu falan filan’ın yeşil kartını kim onayladı?” (rivayete göre Birdman’in yönetmeni Meksikalı Alejandro González Iñárritu bu espriyi çok komik bulmuş). Patricia Arquette’in eşitlik çağrısını destekledik.
Onca ince hesaptan sonra tek sürpriz Animasyon Film’de oldu. Favori olan How To Train Your Dragon 2 / Ejderhanızı Nasıl Eğitirsiniz 2 yerine ödülü Disney, pardon, Big Hero 6 aldı. Ama zaten adaylarda en büyük sürpriz de bu daldaydı. Seçici şahıslar, Lego Movie’yi haritadan silseler de, nefis Lego gösterisi onu bize bir daha hatırlattı; bazı sinemacılara da Lego Oscarları takdim edildi.
Şarkı dışında sadece bir dalda, En İyi Film’de aday gösterilirken, yönetmeni Ava DuVernay’ın da bu bol beyaz adaylı Oscar’da En İyi Yönetmen listesinin dışında kalması yüzünden tepki alan Selma, yokluğunu şarkısı “Glory” ile telafi etti. Common ve John Legend’ın harika bir şekilde yorumladıkları şarkı (satışlar birden artmış diyorlar), Selma’nın Martin Luther King’i, İngiliz aktör David Oyelowo’yu da ağlattı.
Sonra da bizi ağlatan kısım geldi. Yalnız bu kısmın, bu blogun hakiki sahibi 18’liklerden çok, mesela 58’liklere uygun olduğunu düşünüyorum. Ne de olsa ‘the one and only’ Lady Gaga, o nefis The Sound of Music / Neşeli Günler potpurisini, filmin 50. yıldönümü münasebetiyle icra etmişti. Kırmızı Halı bölümünün sonlarına doğru görünen Lady Gaga’nın kıyafetine şaşırmıştım. Tuvalet zarifti ama, ne bileyim, hiç Lady Gaga işi değildi. Daha çok iyi bir aile kızının sosyeteye takdim ya da liseyi bitirme gecesi tuvaletini andırıyordu. Hikmetini sonradan anladık. O güzelim kırmızı eldivenler ise sahibine pek yakışmıştı ama sahneye çıktığında ortada yoktular.
Sonra benim genç işi mantıksız bir hayranlığın hedefi sandığım, sesinin güzel olduğunu bile kısa süre önce (Tony Bennett sayesinde) fark ettiğim Lady Gaga, 50. yılı kutlanan”Sound of Music”ten birkaç şarkıyı birbirine bağlayarak söyledi: “The Sound Of Music”, “My Favourite Things”, pek kısa kalan “Edelweiss” ve “Climb Every Mountain”. Bu sonuncusunda da sahnenin bize göre sağ tarafından, seksen yaşını hiç göstermeyen Dame Julie Andrews belirdi. Ama saçlar aynıydı, genç işi, ‘page’ kesimi. Kollarını açarak geldi, Lady Gaga’ya sarıldı. Sonradan açıklandığına göre Lady Gaga’nın bu sürprizden haberi yokmuş. İkisi de çok duygulanmıştı. Lady Gaga’yı ayakta alkışlayan konuklar, Miss Andrews’u görünce büsbütün heyecana kapıldı. Genç şarkıcı yaşça hayli büyüğü aktrisi “emsalsiz” sıfatıyla takdim etti ki, doğrudur. Ama daha sonradan, hikâyeleri filme konu olan von Trapp ailesinden, Maria von Trapp’ın (Julie Andrews’un oynadığı, rahibeliği bırakıp Kurt von Trapp’ın çocuklarına bakmaya gelen genç mürebbiye) torunu Elisabeth von Trapp, ikisinden de takdirle söz etti.
Fraulein von Trapp, Independent gazetesine yazdığı yazıda kendisinin de müzikalde oynamaya rahibelerden biri olarak başlayıp, sonra hep büyükannesi Maria’yı canlandırdığını anlattı. Büyükannesinin nefis bir portresini çizen Julie Andrews’u ne kadar beğendiğini söyleyen von Trapp, Lady Gaga için de şöyle dedi: “Lady Gaga’nın Oscar törenindeki performansını da muhteşem bulduğumu söyleyeyim. Sesi potpuriye çok yakışıyordu, koreografisi de müthişti. Onun yorumu, Rodgers ve Hammerstein’ın başyapıtının, The Sound of Music’in güzelliğinin ve belli bir döneme ait olmayışının altını bir kere daha çizdi.”
Lady Gaga’ya göre gecenin en müthiş ânı, sihirli sürprizi, kendisinin Julie Andrews ile aynı sahneyi paylaşmasıydı. Andrews ise, “Sevgili Lady Gaga’ya, bu harika saygı gösterisi için teşekkür ederim,” dedi. “Ah Tanrım, sahiden kalbimi ısıttı, sahiden. Bu görkemli film gösterime gireli 50 yıl geçtiğine inanmak zor. Sanki gözlerimi kırptım ve birden kendimi burada buldum.”
Tören sırasında, Guardian’ın ‘live’ yayınını da izliyordum. En eğlenceli tarafı, tweet’lerdi. O sırada tweet atanların çoğunun hissiyatı, “The Sound of Music de neymiş?” şeklindeydi. Ama sonra memnuniyetle öğrendiğimize göre, Twitter ‘Gaga’ya boğulmuş, izleyenlerin büyük kısmı da gözyaşlarını tutamadıklarını söylemişler. Eh, oluyor yani. Yaş meselesi… Bizim kuşak ağlar böyle. Ve, bütün o yeniyetme filmler bir yana, “The hills are alive / With the sound of music.” Hem de elli yıldır! Çok yaşa Lady Gaga!
—