Gitmeyi Hatırlamıyor Değilim…
Kimi zaman da yapayalnız gitmek,
Uzun ve çok dönemeçli yolları…
Adalet Ağaoğlu, “Hadi Gidelim”
Bir kitapta okumuştum; “Ey hayat!” diyordu şair Nizâmi; “Mademki senin gamın benim eteğimi tutmuş, mademki ekmeğimi alıp da heybeme koymuş, o hâlde artık gidebilirim… Ne ki gitmeyi hatırlamıyor değilim…”
Sadece “gitmek” fikri üzerine kurulmuş öyle çok masal biliyorum ki, bu yazıyı kaleme alırken de biteviye dönüp dönüp hatırlıyorum her birini. “Az gittim, uz gittim… Dere tepe düz gittim,” diyor bir tanesi. “Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim,” diyor ötekisi. “Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim,” diyerek araya giriyor başka biri. “Gide gide bir arpa boyu yol gitmişim…”
Ne zaman ki içinde yaşadığımız bu dünya, bu kent, bu sokaklar dar gelir bize, o vakit hepimiz alıp başımızı öylece yürüyüp gitmek isteriz. İnsan dediğin su misali; akmazsa bulanır rengi, coşup çağlamadıkça hüzne bulanır sureti. Çoğu zaman hayatlarımızda süreklilik kazanan tek şey, olduğumuz yere “iş-güç” çivileriyle öylece mıhlanıp kalmak iken, gene de “gitme” fikrinin kendini sever, içten içe koruyup kollarız onu. Bu yüzdendir ki, yüzyıllık kıyılarını bir çırpıda terk edip de uzaklara gidebilen insanların ardından yarı hayran, yarı buruk el sallarız.
Bugün, burada, tam da uzun bir yolculuk evveli oturmuş bu yazıyı yazarken bir başıma; çocukluğumdan bu yana her okuyuşumda kalbimi kıpırdatan seyyahların hikâyelerini düşünürken buldum kendimi. Yollara iptila[1], her türlü melceden[2] uzak, ıssız, kıyısız fakat gönüllerini koskocaman bir dünyaya açma cesaretine vakıf olabilmiş bu daimi göçebeleri, bu yeryüzü yolcularını hayranlıkla andım. Efsane olur ki bir vakitler yer âlemini baştan sona tavaf etmeye meyyal olan bütün o seyyahlar vardıkları kentlere adım atmadan evvel müsaade isterlermiş, bir nevi destur mahiyetinde. Şayet kent, bile isteye ve kendi gönlünce aralamazsa kapılarını, o yörenin toprağı üzerinde yürümek evla değilmiş. Her kentin, her yolun, her sınırın ayrı bir hamisi, ayrı bir tanrısı olduğuna inanılırmış. Bu ilahi güçler, o bölgede yaşayanlar ile içinden geçip giden yolcuları her türlü beladan korumakla görevli imiş. Ayrıca yerin üzerinde ve yerin altında olanları, yani yaşayanlar ile ölüleri birbirine bağlayan bağ da onların elindeymiş. O bölgenin asıl sahiplerini ve ziyaretçilerini bu suretle ayırt ederlermiş. Marquez’in dediği gibi yani; eğer kişinin ayak bastığı toprağın altında ölüleri yoksa o kimse o toprağın insanı kabul edilmezmiş. O vakit misafir misafirliğini, yolcu yolunu bilmeli ve kandilini söndürmeden yürüyüp gitmeliymiş yeniden.
“Gitmelerin esrarı,” diye yazar eski bir seyyah masalında. İnsanın gönül pergelini az biraz oynatabilmesi için yerinden, gitmelerin esrarını okuyabilmesi gerekiyormuş evvela. Toprak gibi kendi ruhunun zeminine çakılıp kalmak yaraşmazmış insan evladına. Hayat dediğin yeni yollara, yeni hikâyelere ve her daim değişime ihtiyaç duyarmış. Ben demiyorum, eski bir seyyah masalı diyor. Bitip tükenmek bilmeyen bir süreklilik içinde bir an, tek bir an olsun durdurup da dünyayı, yolların masallarına kulak vermek iyiymiş bazen.
Bugün hâlâ yeryüzünün bir yerlerinde böylesi seyyahlar gezinir mi bilmem, malum ne yoldan ne de yolcudan kimseye bir haber yok. Ben en iyi Şebdiz[3]’i bilir, onu hatırlarım okuduğum masallardan. Hani rüzgârı geride bırakan bir süratle yolları yollara ekleyen, durup durduğu yerden ayrılalı beri feleğe bile dönüşünü unutturan, bütün bir âleme müptela gezgin Şebdiz…
Demem o ki, “gitmek” güzeldir bazen. Biteviye süregiden, içi bin bir türlü alışkanlık ve vazgeçilemeyenlerle tıka basa doldurulmuş bir dünyayı kısa bir an olsun durdurup da gitmek, gidebilmek, en güzelidir bazen. Mademki âdem âlemin, âlem de âdemin içindedir; öyleyse yepyeni hikâyeler biriktirmek üzere, benim için de yol vaktidir şimdi.
Ve çok, çok sevdiğim yazar Sevgi Soysal’ın da dediği gibi;
On bir ayın birisinde gidelim; güzel gidelim… On bir ayın birisinde muhakkak yepyeni bir yerlere gidelim…
Ömrünüzden yolların ve yolculukların eksik olmaması dileğimle…
—
[1] iptila: Düşkünlük, tiryakilik.
[2] melce: Sığınak, barınak.
[3] Şebdiz: Şirin’in atı.
—